Merhaba efsane meraklıları! Bugün bambaşka bir dünyaya, Kuzey Amerika’nın yerli halklarından Iroquois (İrokua) Konfederasyonu’nun derin ve anlamlı mitolojisine bir yolculuk yapıyoruz. Anlatacağımız hikaye, yaşamın, dünyanın ve hatta gökyüzündeki ayın kökenlerini açıklayan, “Gökyüzü Kadını” olarak bilinen Atahensic’in destanı.
Atahensic’in hikayesi sadece bir yaratılış efsanesi değil; aynı zamanda dönüşümün, fedakarlığın ve iyilikle kötülüğün ebedi mücadelesinin de bir öyküsü. Hazırsanız, Gökyüzü Dünyası’ndan başlayıp, Kaplumbağa Adası’na uzanan bu kadim anlatıya dalalım.
Atahensic’in Gökyüzündeki Varlığı ve Üst Dünya’daki Hayatı
Bizim hikayemiz, bildiğimiz dünyanın çok ötesinde başlıyor: Gökyüzü Dünyası’nda. Burası, ruhani varlıkların yaşadığı, kusursuz bir yerdi. Her şeyin merkezinde ise devasa, parıldayan bir Gökyüzü Ağacı (Bazen Işık Ağacı veya Yaşam Ağacı olarak da geçer) bulunuyordu. Bu ağacın meyveleri ve yaprakları ışık saçıyor, yaşam enerjisi yayıyordu.
Bu Üst Dünya’da yaşayan varlıklardan biri de Atahensic’ti. Mitolojinin farklı versiyonlarında bazen “Kadim Kadın” bazen de Gökyüzü Şefi’nin eşi olarak karşımıza çıkar. Hayatı, Gökyüzü Dünyası’nın barışı ve düzeni içinde akıp gidiyordu. Ancak, bir gün her şeyi değiştirecek bir olay meydana geldi. Genellikle anlatılan, hamile olduğu ve bir rüya gördüğü ya da hastalandığı ve şifa aradığıdır. Bu arayış onu Gökyüzü Ağacı’na yönlendirecektir.
Gökyüzü Ağacı’nın köklerinin altında ne olduğunu merak ediyordu. Belki şifa bulacağını, belki de gizli bir ışık göreceğini düşünüyordu. Bu merak veya ihtiyaç, hikayenin dönüm noktası olacaktı. Üst Dünya’daki hayatı huzurlu olsa da, Atahensic’in kaderi daha büyük ve daha acı dolu bir yaratılış sürecini tetiklemek üzereydi.
Gökyüzündeki Ağacın Sökülmesi ve Atahensic’in Düşüşü
Atahensic’in Gökyüzü Ağacı’nın köklerine duyduğu merak veya şifa ihtiyacı, eşi olan Gökyüzü Şefi’ni rahatsız etti. Bazı anlatılarda Şef, Atahensic’in isteği üzerine ağacın çevresini kazmaya başlar; bazılarında ise Atahensic’in merakından veya rüyasından rahatsız olarak onu cezalandırmak için ağacı eşeler. Sonuç aynıdır: Ağacın kökleri sökülür ve gökyüzünde devasa bir delik açılır.
Hayal edin: Huzurlu Gökyüzü Dünyası’nda, tam merkezde pırıl pırıl parlayan ağaç gider ve yerine karanlık, bilinmeyen bir boşluğa açılan bir delik gelir. Atahensic bu deliğe bakar. Bazı efsanelerde dengesini kaybederek düşer, bazılarında ise eşi tarafından aşağı itilir. Sebebi ne olursa olsun, Atahensic o devasa delikten aşağı, karanlığa doğru süzülmeye başlar.
Hamile olan Atahensic, yanına sadece Gökyüzü Ağacı’ndan aldığı bir avuç toprak veya tohum alabilmişti. Belki de düştüğünde eline takılmıştı. Ama bu küçücük parça, aşağıda karşılaşacağı dünya için paha biçilmez bir öneme sahip olacaktı. Gökyüzündeki bildiği her şeyi geride bırakarak, hiçliğe doğru düşüşü başladı.
Kuşların Kurtarışı ve Kaplumbağa Adası’nın Oluşumu
Atahensic aşağı doğru düşerken, aşağıda sadece uçsuz bucaksız bir su vardı. Bu ilkel okyanusun üzerinde yaşayan tek canlılar su kuşları ve deniz hayvanlarıydı. Kuşlar gökyüzünden düşen bu garip varlığı fark ettiler. Şaşırdılar ve merak ettiler.
Vicdanları el vermedi. Bir grup su kuşu (genellikle yabani kazlar veya ördekler) uçarak Atahensic’in altına geldi ve kanatlarını birleştirerek onun düşüşünü yavaşlattı. Onlar sayesinde Atahensic suya çakılmaktan kurtuldu. Ama kuşlar onu sonsuza kadar taşıyamazdı. Yoruluyorlardı ve Atahensic’i koyabilecekleri kuru bir yer yoktu.
Yardım istediler. Aşağıdaki su canlıları toplandı. Kimisi “Biz yardım edemeyiz,” derken, kimisi “Ne yapabiliriz?” diye düşünüyordu. İşte o sırada, tüm su canlılarının bilgeliği ve gücüyle bilinen Büyük Kaplumbağa öne çıktı. “Sırtımı kullanabilirsiniz,” dedi. Kuşlar, Atahensic’i nazikçe Büyük Kaplumbağa’nın geniş sırtına bıraktılar.
Ama hala kuru bir yer lazımdı. Atahensic’in yanındaki o küçücük toprak parçası veya tohum vardı, ama Kaplumbağa’nın sırtı sert bir kabuktu. Su canlıları, o ilkel okyanusun dibinden toprak getirmek için gönüllü oldular. Kunduz, vidra gibi hayvanlar daldılar, ancak çok derindi ve çoğu başarılı olamadı. Nihayet, en küçüklerinden biri olan Misk Faresi (bazı anlatılarda Kurbağa), son bir gayretle dibe daldı. Neredeyse boğulmak üzereyken yüzeye çıktı, patisinde ufacık bir miktar çamurla.
Atahensic, bu minik toprak parçasını aldı ve Kaplumbağa’nın sırtına koydu. Mucizevi bir şekilde, o küçücük çamur parçası büyümeye başladı. Büyüdü, yayıldı ve sonunda devasa bir karaya dönüştü. İşte burası “Kaplumbağa Adası” oldu. İrokua mitolojisinde Kuzey Amerika kıtası, bu Büyük Kaplumbağa’nın sırtında duran bu adadır. Atahensic, artık yeni evindeydi, Kaplumbağa Adası’nda.
İkizlerin Doğumu: Hahgwehdiyu ve Hahgwehdaetgah’ın Hikayesi
Kaplumbağa Adası’nda yalnız değildi Atahensic. Hamileydi ve vaktaki geldiğinde doğum sancıları başladı. Ancak bu sıradan bir doğum değildi. Atahensic, biri iyi huylu diğeri ise kötü huylu olan ikiz erkek çocuklara hamileydi.
İyi olanın adı Hahgwehdiyu idi (Anlamı: “İyi Zihin”). Kötü olanın adı ise Hahgwehdaetgah (Anlamı: “Kötü Zihin” veya “Sert Zihin”). Efsaneye göre Hahgwehdaetgah, annesinin karnından normal yoldan çıkmak yerine, annesinin koltuk altından veya yanından zorlayarak dışarı çıktı, bu da Atahensic’e büyük acı verdi ve onu zayıflattı.
İkizler doğar doğmaz doğaları gereği çatışmaya başladılar. Hahgwehdiyu, dünyanın iyiliği için çalıştı. Irmakları düzgün akıttı, faydalı bitkiler yarattı (meyveler, sebzeler), nazik hayvanlar (geyikler, tavşanlar) yaptı. Dağları yumuşak eğimli yaptı. İnsanların hayatını kolaylaştıran her şeyi tasarladı.
Hahgwehdaetgah ise her şeyi bozmak için vardı. Irmaklara engeller koydu, zehirli bitkiler (zehirli sarmaşık, dikenli bitkiler) ve tehlikeli hayvanlar (yılanlar, yırtıcılar) yarattı. Dağları sarp ve geçilmez yaptı. Kardeşinin yarattığı her şeye bir zorluk, bir tehlike ekledi. Dünya, iyi ile kötünün, yapıcı ile yıkıcının mücadelesinin alanı oldu ve bu mücadele ikizlerin doğumuyla başladı. Atahensic bu çatışmaya tanıklık ediyordu.
Atahensic’in Ölümü ve Dünyanın Yaratılışı
İkizlerin doğumu Atahensic’i çok yıpratmıştı. Belki de kötü ikizin zorlu doğumu yüzünden, belki de gökyüzünden düşmanın ve yeni dünyadaki zorlukların getirdiği travma yüzünden, Atahensic çok geçmeden öldü.
Ama hikayesi burada bitmedi. Atahensic’in ölümü, belki de onun en büyük yaratıcı eylemi oldu. Iroquois inancına göre, Atahensic’in bedeni Kaplumbağa Adası’nın toprağına gömüldü. Ve işte o zaman, topraktan yeni yaşamlar filizlendi.
Atahensic’in kalbinden mısır (corn), karnından fasulye (beans) ve alnından veya başından bal kabağı (squash) çıktı. Bunlar, İrokua halkı için hayati öneme sahip olan ve “Üç Kız Kardeş” (Three Sisters) olarak bilinen temel gıdalar haline geldi. Bu bitkiler sadece yiyecek sağlamakla kalmadı, aynı zamanda birlikte ekildiğinde birbirlerine destek olarak daha verimli büyüyorlardı; mısır fasulyeye tırmanmak için sırık görevi görüyor, fasulye toprağa azot sağlıyor ve bal kabağının geniş yaprakları toprağı gölgelendirerek nemi koruyup yabani otları engelliyordu.
Atahensic’in bedeni, yeni dünyanın besin kaynağı oldu. Gökyüzünden düşen bu tanrıça, ölümüyle yeryüzüne hayat verdi, insanların varlığını sürdürebileceği temel gıdaları sağladı. Onun ölümü, aslında yaşamın devamlılığının bir başlangıcıydı.
Tekawerahkwa’nın Doğumu ve Üç Kız Kardeş Efsanesi
Atahensic’in dünyayı yaratma süreci onun ölümüyle son bulmadı; farklı formlarda devam etti. Atahensic’in bedeninden doğan Üç Kız Kardeş, dünyanın bereketinin ve insan yaşamının simgesiydi. Ancak bu yaşamın devamlılığı bir denge ve düzen gerektiriyordu.
Burada devreye Tekawerahkwa girer. Tekawerahkwa (Anlamı: “O Ayışığı Getirir”), genellikle Ay olarak kişileştirilir ve Atahensic’in torunu veya başka bir formdaki devamı olarak kabul edilir. Atahensic’in ölümünden ve Üç Kız Kardeş’in ortaya çıkışından sonra Tekawerahkwa doğdu veya gökyüzündeki yerini aldı.
Tekawerahkwa, gece gökyüzünde yükselerek Kaplumbağa Adası’nı aydınlatır ve döngülere rehber eder. Onun varlığı, mevsimlerin değişimini, ekim ve hasat zamanlarını işaret eder. Özellikle Üç Kız Kardeş’in büyümesi ve beslenmesi için gereken doğal ritimleri kontrol eder. Tekawerahkwa, bitkilerin büyümesini gözetir, suların yükselmesini ve çekilmesini etkiler ve böylece Atahensic’in miras bıraktığı yaşamın devamlılığını sağlar.
Üç Kız Kardeş efsanesi, sadece bitkilerin nasıl ortaya çıktığını anlatan bir hikaye değil, aynı zamanda Atahensic’in fedakarlığının ve torunu Tekawerahkwa’nın bu mirası nasıl sürdürdüğünün de bir anlatısıdır. İrokua halkı için Üç Kız Kardeş, Atahensic’ten bir hediye, Tekawerahkwa’nın gözetiminde büyüyen kutsal bitkilerdir. Bu efsane, toprağa, doğaya ve birbirine bağımlılığın önemini vurgular. Atahensic’in hikayesi, Tekawerahkwa’nın gece gökyüzündeki varlığı ve Üç Kız Kardeş’in her yıl yeniden dirilişiyle yaşamaya devam eder.
Son Olarak
İşte Atahensic’in hikayesi böyle. Gökyüzündeki huzurlu hayatından zorlu düşüşüne, kuşların ve hayvanların yardımıyla yeni bir dünyanın kurulmasına, ikizleriyle getirdiği iyi-kötü düalitesine ve nihayet ölümüyle topraktan yaşam fışkırmasına… Atahensic, Iroquois mitolojisinde sadece bir yaratıcı figür değil, aynı zamanda bir dönüştürücü ve fedakar bir anne figürüdür.
Hikayesi bize, her sonun yeni bir başlangıç olabileceğini, zorlukların bile büyük yaratımlar doğurabileceğini ve en kutsal şeylerin bile acı ve kayıptan filizlenebileceğini hatırlatır. Atahensic’in mirası, bugün hala Kaplumbağa Adası’nda yetişen mısır, fasulye, bal kabağı tarlalarında, gece gökyüzünde parıldayan Ay’da ve iyi ile kötünün sürekli mücadelesinde yaşamaktadır.
Umarım bu kadim efsane yolculuğu hoşunuza gitmiştir. Başka mitolojik hikayelerde görüşmek üzere!