
Gökkuşağı görüp de durup izlemeyen yoktur. Herkes bilir: gökyüzü bir anda renkli bir kemere bürünür, yağmurla güneş barışmış gibidir. Ama binlerce yıl önce bu olay sadece bir doğa harikası değil, bizzat bir tanrıçanın ortaya çıkışı sayılıyordu. Mezopotamya’da ve Elam’da yaşayan insanlar için gökkuşağı Manzat’ın kendisiydi.
Bu yazıda onu sıradan bir “gökkuşağı tanrıçası” olarak anlatıp geçmeyeceğim. Çünkü Manzat’ın kültü sadece renkli bir doğa olayını kutsamaktan ibaret değil. O aynı zamanda eski halkların korkularını, umudunu ve çevresiyle kurduğu derin bağı yansıtıyor. Manzat’ı tanımak biraz da bu medeniyetlerin nasıl düşündüğünü, nasıl hissettiğini anlamak demek.
Manzat Kültünün Erken Mezopotamya Kayıtlarındaki İlk İzleri
En eski Mezopotamya metinlerine bakınca Manzat ismini bulmak zor değil ama onu tanımlamak kolay da değil. Çünkü bu kelime doğrudan gökkuşağı anlamına geliyor. İnsanlar için gökkuşağı bir anda gökyüzünde beliren ama kaybolan, geçici, büyülü bir görüntüydü. Bu özelliği onu tanrılaştırmak için biçilmiş kaftan yaptı.
Ur III dönemi idari metinleri, tabletler ve adak listeleri Manzat’ın bir kült figürü olarak varlığını kanıtlıyor. Bu belgeler kuru ama önemli: “dinger Manzat” ibaresi — yani tanrıça Manzat için sunulan hediyeler kayıtlı. Çoğu zaman gümüş, altın gibi değerli eşyalar. Kimi zaman da tarım ürünleri veya hayvan kurbanı.
Bu belgelerin soğukluğunun ardında çok canlı bir ritüel dünyası vardı. Rahipler adak eşyalarını özenle seçiyor, dualar okuyor, halka tanrıçanın gözüne girmek için neler yapılacağını anlatıyordu. Gökkuşağını gören bir köylü belki korkuyla belki hayranlıkla “Manzat’ın bize baktığını” düşünüyordu. O dönemde, doğayla kurulan ilişki bugünkü gibi steril değil, neredeyse şahsi bir bağ gibiydi.

Akadca Metinlerde ve Yazıtlarda Manzat’ın Tanımları
Akadca belgeler Manzat’ı sadece bir kelime değil, bir kavram olarak ele alır. Çoğu metinde ona “göklerin kemeri” denir. Bu ifade basit ama derin: Manzat sadece bir renkli çizgi değil, gökyüzünün kapısı, belki de tanrıların yolu olarak görülüyordu.
Bir yandan çok işlevsel bir yönü vardı. Bazı yazılı anlaşmalarda “Manzat ve Şamaş adına” yemin edilir. Çünkü gökkuşağı, yalanı ortaya çıkaran bir tanık gibi algılanırdı. Akadlı bir tüccar başka birine “Manzat adına yemin ediyorum” dediğinde aslında şunu söylüyordu: “Yukarıdaki o göz beni izliyor, ona yalan söyleyemem.”
Hammurabi Yasaları gibi metinlerde geçen bu yemin formülleri hem hukuki hem dini bir araçtı. İnsanların gözünde Manzat, gökyüzünde bir süs değil; anlaşmaları kutsayan, yalanı cezalandıran bir güçtü. Ayrıca büyü metinlerinde ona çağrılar var. Hastalıkları uzaklaştırmak, kötülükleri savuşturmak için Manzat’ın kemeri adeta bir kalkan olarak tasvir edilir.
Elam Uygarlığında Manzat’ın Kültü ve Tapınakları

Manzat’ı anlatırken Mezopotamya’yla sınırlı kalmak büyük haksızlık olur. Çünkü Elam’da —özellikle Susa kentinde— Manzat’ın kültü çok daha sistemli bir hal almıştı. Arkeologlar Susa’daki tapınak komplekslerinde ona ayrılmış bölümler buldular.
Elamlılar gökkuşağını yalnızca doğa harikası olarak görmediler. Onu siyasi bir sembole dönüştürdüler. Kral mühürlerinde, adak metinlerinde Manzat’ın adı geçer. Bazı mühürlerde kemer biçimli soyut şekiller var; bunların Manzat’ı temsil ettiği düşünülüyor. Belki de Elamlı yöneticiler gökkuşağının geçiciliğini değil, gökyüzüyle yer arasındaki bağlantısını öne çıkardı: “Biz de tanrılarla bağlantılıyız” mesajıydı bu.
Ayrıca Elam metinlerinde adak ritüelleri daha ayrıntılı kaydedilmiş. Hayvan kurbanları, sıvı dökme (libasyon), figürin gömme gibi pratikler var. Bunlar Manzat’ı sadece sembolik değil, birebir etkili bir tanrıça olarak gördüklerini gösteriyor. Elamlı bir rahip, gökkuşağını izlerken onunla konuştuğunu, ona söz verdiğini hayal ediyordu belki de.
Gökkuşağı Sembolizmi ve Doğa İle İlişkisi
Gökkuşağı bir doğa olayıdır ama Manzat kültü bunun çok ötesine geçti. İnsanlar için yağmur, bereket demekti ama aynı zamanda tehdit: Seller, fırtınalar, yıldırımlar. İşte bu tehditten sonra ortaya çıkan gökkuşağı, ilahi bir barış antlaşması gibiydi.
Manzat böylece hem yağmuru yatıştıran hem de toprağa bereket vaat eden bir figür oldu. Çiftçiler için gökkuşağı sadece güzel bir görüntü değil; bir vaatti. “Tanrıçanın bizi gözettiğini” düşündüler. Yağmurla kavrulmuş toprağın yeniden yeşereceğini umdular.
Bu yüzden gökkuşağı, Mezopotamya ve Elam’da yalnızca renkli bir kemer değil, hayatın döngüsünün temsiliydi. Tohumlar çürür, yağmur gelir, yeni filizler çıkar. Manzat bu döngünün tanrıçasıydı. Ve elbette ki doğanın dengesini bozan kim varsa —ister insan ister kötü ruhlar— onun gazabından korkmalıydı.

Koruyucu Tanrıça Rolü ve Toplumsal İnançlar
Manzat’ın koruyucu yönü çok önemli. Mezopotamya toplumu büyü ve muska meraklısıydı. Kötü ruhlar, hastalıklar, rakip büyücüler —hepsine karşı korunmak gerekiyordu. Manzat burada devreye giriyordu.
Büyü tabletlerinde “Manzat’ın kemeri seni korusun” gibi ifadeler var. İnsanlar gökkuşağını bir kalkan gibi hayal ediyordu. Onu aşamayacak kötü ruhlar, kötülükler. Bir annenin çocuğuna muska yazdırırken “Manzat adına” yemin etmesi, ona huzur veriyordu.
Toplumsal hayatta da rolü büyüktü. Ticaret anlaşmaları, antlaşmalar Manzat’ın adıyla mühürlenirdi. Çünkü o gökyüzünde izleyen bir tanıktı. Yalan söyleyen, antlaşmayı bozan kişi yalnızca insan adaletinden değil, tanrıçanın öfkesinden de korkardı.
Doğum ritüellerinde bile adı geçer. Doğum eski çağlarda tehlikeli bir olaydı. Birçok kadın doğum sırasında ölüyordu. Ama gökkuşağı gibi umut dolu bir sembol, Manzat, yeni yaşamın koruyucusu olarak çağırılırdı.
Mezopotamya ve Elam Arasında Kültürel Etkileşimler
Manzat’ın öyküsü, Mezopotamya ve Elam arasındaki kültürel alışverişin en güzel örneklerinden biri. Bu iki bölge sürekli savaştı, ticaret yaptı, evlilikler yoluyla ittifaklar kurdu. Ve inançlar da taşındı.
Elamlılar Mezopotamya panteonunun pek çok tanrısını aldılar ama kendilerine göre yorumladılar. Manzat tam bir “sınır tanrıçası” gibiydi. Hem gökle yer arasındaki hem de bu iki kültür arasındaki sınırı aşan bir figür.
Arkeologlar bunu mühürlerde, tabletlerde görebiliyor. Bir Elam kralının mühründe Manzat yazarken, bir Babil büyü tabletinde Elam etkili bir Manzat ilahisi var. İnsanlar savaşmış, anlaşmış, birbirini etkilemiş. Manzat kültü bu ortak geçmişin sessiz tanığı.
Geç Dönemde İnancın Evrimi ve Azalması
Hiçbir kült sabit kalmaz. Mezopotamya’da panteon karmaşıklaştı, merkezi tanrı ve tanrıçalar ön plana çıktı. Marduk, İştar gibi güçlü figürler Manzat gibi “ikincil” tanrıçaların önüne geçti.
Yeni Asur ve Yeni Babil dönemlerinde Manzat’ın adı artık nadiren geçer. Büyük tapınaklarda ona ayrılmış bölümler yok olur. Rahip sınıfı bile onu unutmaya başlar. Ama halk arasında tamamen silinmez. Büyü metinlerinde veya kırsal dualarda ismine rastlanır.
Elam’da ise Asur istilaları, Susa’nın yıkılması Manzat kültünü büyük ölçüde kesintiye uğratır. Ama yine de gökkuşağı halkın dilinde bir sembol olarak kalır. Kim bilir, belki de bir Elamlı anne gökkuşağı çıkınca hâlâ çocuğuna “Manzat bize bakıyor” diye fısıldıyordu.

Tüm Bu Bilgiler Işığında
Manzat’ın hikâyesi sadece bir tanrıçanın değil, iki büyük kültürün de hikâyesi. Doğaya bakıp orada ilahi bir düzen gören insanların hayranlığı, korkusu ve umudu.
Bugün gökkuşağına bakarken bir fizikçi ışığın kırılmasını anlatır. Bir çocuk renklerin peşinden koşar. Ama binlerce yıl önce bir rahip dua eder, bir kral mühür basar, bir anne korkularını yatıştırırdı. Manzat’ın kültü o kadim dünyayı anlamamız için renkli bir pencere açıyor.
Ve belki de her gökkuşağı hâlâ, kimse fark etmese de, Manzat’ın sessiz selamıdır.
Kaynakça / Ek Okuma (Özet):
- Mezopotamya idari tablet arşivleri (Ur III dönemi)
- Akadca yemin ve büyü metinleri koleksiyonları
- Elam mühürleri ve arkeolojik raporlar (Susa)
- Hammurabi Kanunları ve yemin formülleri
- Mezopotamya- Elam kültürel alışveriş literatürü