
Merhaba, sevgili okurlar! Bugün sizlere, Amerika’nın yerli halklarından Lakotaların mistik ve öğretici dünyasından bir karakteri anlatmak istiyorum: Haŋwí. Gökyüzünde sessizce parlayan, batı kültüründe daha çok “Ay” olarak bildiğimiz o muhteşem cismin, Lakota mitolojisindeki canlı, dişil ve kutsal karşılığı Haŋwí. O sadece bir gök cismi değil; o bir tanrıça, bir koruyucu, bir döngünün rehberi ve kadınlığın güçlü bir sembolü.
Dakota/Nakota/Lakota (DNL) halklarının inanç sisteminde her şey birbiriyle bağlantılıdır. Wakan Tanka, Büyük Gizem, evrendeki her şeyin kaynağıdır ve bu kozmosta Güneş (Aŋpétu Wí) ve Ay (Haŋwí) gibi gök cisimleri de kendi hikayelerine, kişiliklerine ve rollerine sahiptir. Özellikle Haŋwí, geceyi aydınlatan ışığıyla, Ay döngülerinin kadınlık döngüleriyle olan eşsiz bağlantısıyla ve geceleyin gelen tehlikelere karşı sağladığı korumayla Lakota kültüründe çok özel bir yere sahiptir.
Bu yazıda, Haŋwí’nin efsanevi doğuşundan başlayıp, Güneş ile olan karmaşık ilişkisine, Ay’ın evrelerinin ardındaki mitolojik anlamlara, kadınlık döngüsüyle olan kutsal bağına, gece bekçiliği rolüne, günümüz Lakota kadınlarının ritüellerindeki yerine ve modern sanattaki yansımalarına kadar birçok yönünü keşfedeceğiz. Hazırsanız, Haŋwí’nin aydınlattığı bu kutsal yolda yürümeye başlayalım.
Haŋwí’nin Doğuşu: Lakota Mitolojisinde Ayın Kökeni

Lakota yaratılış mitleri, evrenin ve içindeki her şeyin nasıl var olduğunu anlatır. Bu efsanelerde, Ay’ın yani Haŋwí’nin doğuşu da genellikle Güneş (Aŋpétu Wí) ile ilişkilidir. Bir anlatıya göre, Aŋpétu Wí ve Haŋwí başlangıçta yeryüzündeydiler ve insan formundaydılar. Onlar karı-kocaydı ve hayatın döngüsünü birlikte temsil ediyorlardı.
Ancak, bu birliktelikte yaşanan bir olay, onların gökyüzüne yükselmesine ve ayrılmasına neden oldu. Ay’ın doğuşu, bu ayrılığın bir sonucu, Aŋpétu Wí’nin gökyüzündeki yerini almasıyla birlikte onun da geceye hükmetmek üzere atanmasıdır. Başka bir anlatım ise, Haŋwí’nin doğrudan Wakan Tanka tarafından, Aŋpétu Wí’nin yalnız kalmaması ve geceye de bir ışık ve düzenleyici verilmesi amacıyla yaratıldığını söyler. Her iki durumda da Haŋwí, Wakan Tanka’nın iradesinin bir parçası olarak, kozmik dengeyi sağlamak için gökyüzündeki yerini almıştır. Onun ışığı, Aŋpétu Wí’nin parlaklığı kadar yoğun olmasa da, karanlıkta yol gösteren, sakinleştiren ve dönüştüren bir güce sahiptir.
Ay’ın yeryüzündeki sular üzerindeki etkisi gibi, Haŋwí’nin de yeryüzündeki ve özellikle insanlardaki “akışlar” üzerinde bir etkisi olduğu düşünülür. Doğuşu, sadece bir gök cisminin varoluşunu değil, aynı zamanda gece ile gündüz arasındaki kutsal ayrımı ve her birinin kendi egemen gücüne sahip olmasını simgeler. Bu mitler, Lakotaların evrene bakış açısını, her şeyin bir nedeni ve yeri olduğunu, kutsal bir düzenin var olduğunu gösterir.
Aŋpétu Wí ile İlişkisi: Güneş ve Ayın Ayrılığı
Aŋpétu Wí, Lakota mitolojisinde Güneş’in erkek tanrısıdır. O, günün egemenidir, hayat veren ışığı ve ısısıyla yeryüzünü besler. Haŋwí ise Ay’dır, geceye hükmeder, serinletir ve gizemli bir ışık saçar. Bu iki güçlü varlık arasında karmaşık ve öğretici bir ilişki vardır. Efsaneye göre, Aŋpétu Wí ve Haŋwí bir zamanlar yeryüzündeyken, Aŋpétu Wí’nin Haŋwí’ye karşı sadakatsizliği veya bir kıskançlık hikayesi onların ayrılmasına yol açmıştır.
Bu ayrılık o kadar derin olmuştur ki, Wakan Tanka onların bir daha asla birlikte olamayacak şekilde gökyüzündeki yerlerini almalarını emretmiştir. Bu yüzden Aŋpétu Wí gündüzleri parlar ve Haŋwí geceleri. Onlar birbirlerini kovalayan değil, aksine birbirlerinin varlığını mümkün kılan iki zıt güç gibidirler. Güneş doğarken Ay batar, Ay yükselirken Güneş kendini geri çeker.
Bu ayrılık, aynı zamanda kozmik bir dengeyi ve düzeni temsil eder. Gündüzün açıklığı ve faaliyetine karşılık, gecenin dinlenmesi, rüya görmesi ve içe dönmesi vardır. Aŋpétu Wí, fiziksel gücü, yaşam enerjisini ve dış dünyayı temsil ederken; Haŋwí, sezgiyi, duygusal dünyayı, bilinçaltını ve içsel yolculukları temsil eder. Onların ayrılığı, bu iki farklı ama birbiriyle bağlantılı alanın varlığını ve önemini vurgular. Lakota inancında, bu ayrılık bir trajedi değil, evrenin işleyişi için gerekli bir durumdur.
Sanki bir zamanlar çok yakın olan bu iki sevgili, şimdi gökyüzünden yeryüzünü farklı zamanlarda aydınlatarak görevlerini yerine getirmektedirler. Bu ilişki, Lakota kültüründe dualite, denge ve evrenin sürekli hareket ve değişim halindeki doğası hakkında önemli dersler içerir.

Ayın Evreleri: Haŋwí’nin Yüzünü Gizlemesi ve Gösterimi
Ay’ın hilalden dolunaya, oradan da yeni ay’a kadar değişen evreleri, dünyanın birçok kültüründe olduğu gibi Lakota mitolojisinde de derin anlamlar taşır. Haŋwí’nin bu sürekli değişen görünümü, onun canlı bir varlık olduğunun ve farklı ruh halleri, güç seviyeleri veya yaşam aşamalarından geçtiğinin bir göstergesi olarak yorumlanır. Ayın evreleri, genellikle yukarıda bahsedilen Aŋpétu Wí ile olan ayrılık hikayesiyle ilişkilendirilir.
Efsaneye göre, Haŋwí o kadar üzülmüş ve Aŋpétu Wí’nin davranışlarından o kadar yaralanmıştır ki, bazen yüzünü tamamen saklamaya karar verir. Ayın yeni ay aşaması (karanlık Ay), Haŋwí’nin utancından veya acısından dolayı yüzünü tamamen gizlediği zamanı temsil eder. Sanki dünyaya bakmak istemiyormuş gibi. Ay yavaş yavaş büyümeye başladığında (hilal ve ilk dördün), Haŋwí’nin yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığı, belki de iyileştiği veya çekingenliğini biraz olsun aştığı düşünülür. Dolunay ise, Haŋwí’nin tüm parlaklığıyla, güçlü ve tam haliyle göründüğü zamandır.
Bu, onun en güçlü, en parlak ve en etkili olduğu zamandır. Dolunay, kutlamalar, ritüeller ve enerjinin en yüksek olduğu zamanlarla ilişkilendirilir. Ay küçülmeye başladığında (son dördün ve hilal), Haŋwí’nin tekrar içe döndüğünü, belki de dinlendiğini veya bir sonraki döngüye hazırlandığını gösterir.
Bu evreler, sadece gökbilimsel olaylar değil, aynı zamanda yaşam döngülerinin, değişimin ve dönüşümün sembolüdür. Haŋwí’nin değişen yüzü, doğanın ve insan yaşamının da sürekli bir değişim içinde olduğunu hatırlatır. Lakota halkı için Ay’ın bu evreleri, takvimi belirlemede, ritüelleri zamanlamada ve doğanın ritmine uyum sağlamada önemli bir rol oynar. Her evre, farklı bir enerji ve anlam taşır ve insanlar bu enerjilere göre hareket etmeye çalışır.

Kadınlık Döngüsü ve Haŋwí: Menstruasyonla Bağlantısı
Haŋwí’nin Lakota kültüründeki en derin ve kutsal bağlantılarından biri, kadınlık döngüsüdür. Ay’ın yaklaşık 29.5 günlük döngüsü ile insan kadınlarının ortalama 28 günlük menstrüel döngüsünün benzerliği, birçok yerli kültürde olduğu gibi Lakotalarda da fark edilmiş ve bu iki döngü arasında kutsal bir bağ kurulmuştur. Haŋwí, kadınların döngülerinin rehberi, koruyucusu ve kutsayıcısı olarak görülür. Menstruasyon zamanı, Lakota kadınları için Haŋwí’nin en güçlü şekilde hissedildiği, kutsal bir içe dönme ve yenilenme zamanıdır.
Bu dönem, “Moontime” (Ay Zamanı) olarak adlandırılır ve geleneksel olarak kadınların topluluk faaliyetlerinden çekilip özel bir alanda (menstrüel kulübe veya teepee) dinlendikleri, rüya gördükleri, dua ettikleri ve kendi içlerine döndükleri bir zamandır. Bu zaman, bedenlerinin ve ruhlarının temizlendiği, Haŋwí ile doğrudan bağlantı kurdukları ve Ay’ın enerjisini emdikleri bir dönem olarak kabul edilir. Bu, utanç duyulması gereken bir durum değil, aksine kutsallığı ve gücü temsil eden bir dönemdir. Haŋwí’nin ışığında, kadınlar kendi dişil güçlerini, sezgilerini ve yeryüzü ile olan bağlantılarını onurlandırırlar.
Haŋwí, kadınların doğurganlığını, yaşam verme yeteneğini ve döngüsel doğasını simgeler. Ay’ın yükselişi, dolunayı ve çekilmesi gibi, kadınların da bedenleri ve enerjileri farklı aşamalardan geçer. Bu bağlantı, kadınların bedenlerinin kutsal olduğu, döngülerinin doğal ve güçlü olduğu ve bu döngülerin evrenin büyük döngülerinin bir yansıması olduğu inancını pekiştirir. Haŋwı́, bu kutsal döngüyü yöneten, kadınlara bu zorlu ama bir o kadar da güçlendirici süreçte rehberlik eden ve onları koruyan bir varlıktır. Modern Lakota kadınları arasında da bu bağlantı hala güçlüdür ve Moontime, atalardan miras kalan bilgelikle yeniden bağlantı kurulan önemli bir zamandır.

Haŋwí’nin Koruyucu Rolü: Geceleyin Kötü Ruhlara Karşı Koruma
Gündüzleri Aŋpétu Wí’nin aydınlattığı dünya nispeten güvenliyken, gece karanlığı farklı türden varlıkların ve enerjilerin ortaya çıktığı bir zaman olarak algılanır. Lakota mitolojisinde, geceleyin zarar verebilecek kötü ruhlar, gölgeli varlıklar veya olumsuz enerjiler dolaşabilir. İşte tam da bu noktada Haŋwí’nin koruyucu rolü devreye girer.
Haŋwí’nin Ay ışığı, sadece geceye aydınlık getirmekle kalmaz, aynı zamanda bu olumsuz güçlere karşı bir kalkan görevi görür. Onun varlığı ve ışığı, karanlığın tam olarak egemen olmasını engeller ve iyi ruhların veya ataların ruhlarının da bu ışıkta yol bulmasına yardımcı olur. Haŋwí, özellikle savunmasız olanları – çocukları, yaşlıları ve rüya görenleri – geceleyin koruyan şefkatli bir bekçi olarak görülür. Onun ışığı, korkuyu dağıtır ve güven hissi verir.
Bu koruyucu rol, Haŋwí’nin dişil ve anne figürü yönüyle de uyumludur. Bir anne gibi, o da geceleyin çocuklarını ve ailesini kötülüklerden korur. Lakota hikayelerinde, insanlar geceleyin seyahat ederken veya kamplarını kurarken Haŋwí’nin ışığının rehberliğini ve korumasını isterler. Ay’ın ışığı altında yapılan ritüeller ve dualar, Haŋwí’nin gücünü çağırarak korunma sağlamayı amaçlar. Dolayısıyla, Haŋwí sadece gökyüzündeki bir ışık kaynağı değil, aynı zamanda aktif olarak insanlara ve yeryüzüne geceleyin güvenlik sağlayan, güçlü, şefkatli ve koruyucu bir varlıktır.
Modern Ritüellerde Haŋwí: Moontime ve Kadınların Katılımı
Lakota halkının geleneksel inançları, modern dünyanın zorluklarına rağmen hala canlılığını korumaktadır. Haŋwí kültü ve Ay’ın önemi, günümüz Lakota kadınlarının yaşamlarında da kendine yer bulmaktadır. Özellikle “Moontime” olarak adlandırılan menstrüel döngüsü zamanı, birçok kadın için Haŋwí ile özel bir bağlantı kurma fırsatıdır.
Modern Moontime ritüelleri, geleneksel uygulamaların yeniden yorumlanması veya sürdürülmesi şeklinde olabilir. Bazı kadınlar hala geleneksel menstrüel izole alanları kullanamasa da, kendi evlerinde veya doğada kendilerine özel, sessiz bir zaman yaratırlar. Bu zaman, meditasyon yapmak, dua etmek (genellikle Ay’a ve Haŋwí’ye), günlük yaşamın koşuşturmasından uzaklaşıp kendi bedenlerini ve ruhlarını dinlemek için kullanılır. Kadınlar birbirleriyle destek grupları oluşturabilir, deneyimlerini paylaşabilir ve Ay’ın farklı evrelerinde bir araya gelerek (özellikle dolunayda) Ay çemberleri düzenleyebilirler.
Bu çemberlerde şarkılar söylenir, dualar edilir, hikayeler anlatılır ve Haŋwí’nin enerjisiyle bağlantı kurulur.
Bu modern ritüeller, Lakota kadınlarının kimliklerini, atalarının mirasını ve dişil güçlerini onurlandırmaları için önemli yollardır. Haŋwí, bu süreçte onlara güç veren, rehberlik eden ve onları atalarının bilgeliğiyle yeniden bağlayan bir figürdür. Moontime, sadece biyolojik bir döngü değil, aynı zamanda kültürel, manevi ve kişisel bir dönüşüm zamanıdır. Haŋwí’nin ışığı, bu kutsal yolculukta kadınlara eşlik eder, onlara kendilerini sevmeyi, bedenlerini onurlandırmayı ve içsel güçlerini keşfetmeyi öğretir. Bu ritüeller, Lakota kültürünün direncini ve Haŋwí’nin sembolize ettiği dişil enerjinin kalıcılığını göstermektedir.
Sanatta Haŋwí’nin Temsili: Marlena Myles’ın Dijital Eserleri

Lakota mitolojisi, günümüz sanatçıları için de ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Contemporary (çağdaş) sanatçılar, geleneksel hikayeleri ve sembolleri modern teknikler ve medyumlarla yeniden yorumlayarak hem kendi kültürlerini yaşatıyor hem de bu zengin mirası daha geniş kitlelere tanıtıyorlar. Bu sanatçılardan biri de, dijital eserleriyle tanınan Dakota/Lakota kökenli Marlena Myles.
Marlena Myles’ın çalışmaları, genellikle yerli fütürizm (indigenous futurism) akımıyla ilişkilendirilir. O, geleneksel hikayeleri, ruhları ve varlıkları modern, hatta fütüristik manzaralar içine yerleştirerek geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki bağı vurgular. Marlena Myles’ın eserlerinde Haŋwí de canlı ve güçlü bir figür olarak sıkça yer alır. O, Ay’ı sadece bir gök cismi olarak değil, aynı zamanda giyiminde, aksesuarlarında veya kompozisyonun kendisinde Ay’ın sembollerini taşıyan, ruhani bir varlık olarak tasvir edebilir. Örneğin, Haŋwí’yi Ay’ın kendisiyle bütünleşmiş, belki de yıldız tozlarından yapılmış bir elbise giyerken veya Ay’ın enerjisini bedeninden yayarken gösterebilir.
Marlena Myles’ın Haŋwí temsilleri, Ay’ın dişil enerjisini, gizemini ve koruyucu yönünü yansıtır. Dijital sanatın olanaklarıyla, Haŋwí’nin etrafındaki ışık, renkler ve atmosfer, onun kutsallığını ve ruhani boyutunu vurgular.