Yasak Yapılması toplumsal, dinsel veya hukuk olarak men edilmiş olan eylem veya davranış. Halk kültüründe ve mitolojide yasaklar önemli bir yere sahiptir. Yapılmaması gereken davranışlar çeşitli sonuçlar doğurur veya doğuracağına inanılır.
Yasaklar ve Tabular
Tabu insan davranışlarının belli alanları ya da belli normlarla ilişkili olarak kutsal veya dokunulmaz olarak tanımlanmış oldukça güçlü sosyal yasaklara denir.
Etnologlar tarafından Polinezya dillerinden alınıp kullanılmaya başlanmıştır. “Kutsal” nesnelerde olduğu gibi çelişkili bir yapısı vardır, iki karşıt anlamı da taşır. Hem “kutsal” hem “kirlenmiş” şeyler tabu olabilirler. Örneğin “kirlenen” kişiler, nesneler “kutsal” olandan ayrı tutulmalıdır. “Tabu” karşılığında birçok dilde kullanılan sözcükler de iki zıt anlamı birden taşırlar.
Hastaları ve ölüleri toplumun geri kalanından ayırmak en eski zamandan beri bir gelenektir. Bazı tabular ise kadınlara, cinselliğe, doğuma veya belli olaylara yöneliktir. Bazı tabular geçici, belli dönemler içinken bazıları süreklidir. Bazı kozmik ya da kutsal sayılan bölgeler, kimsenin yaklaşmaya cesâret edemediği yerler, bazı mezarlar gibi.
Bugün farkında olmadan uygulanan bazı gelenekler de tabulardan kaynaklanmıştır. Bazı bölgelerde hükümdar toprağa dokunmamalıydı, çünkü güçleriyle toprağın ölmesine neden olabilirdi; bu nedenle taşınmalı ya da halı üzerinde yürümeliydi.
Evrensel bir tabu yoktur ancak tabu mekânizması her zaman aynıdır. Bazı nesneler, kişiler ya da bölgeler tamamen farklı bir ontolojik sisteme dâhil olurlar ve bunlara dokunmak ontolojik düzlemde ölümcül sonuçlar doğuracak bir kırılmaya neden olur.
Bazı tabu örnekleri kaygı ve uzaklaşma yaratan, tuhaf, uğursuz, gizemli vb. olanların normal olanlardan ayrılarak tabu hâline getirildiğini gösteriyor. Bu nesne, kişi ya da davranışlar aşağılanmaz, tersine bir değer atfedilir. Kızılderililerde, birçok Afrika kabîlesinde, Şamanlarda kutsal güçlere sâhip olan kişilerin itici görünüşe sâhip, nöropat, sinirsel açıdan dengesiz ya da çirkin kişilerden seçilmesi gibi.
Koruğ Nedir
Koruğ Kutsal yasaklar. Tabular Türk halk kültüründe “Koruğ” sözcüğü ile karşılanır. Bu kelime “Kor” sözcüğünden türemiştir ve korumak fiilinden gelir. Türk halk inancında, şamanizmde ve mitolojide sık sık rastlanan bu yasaklara Koru veya Korı da denir.
Yapılması, dokunulması, gidilmesi, söylenmesi dinsel veya metafizik içerikli bir sonuca bağlanmış olan yasak. Kelime Kor kökünden türemiştir. Korumak fiilinden gelir. Horsun sözcüğü Yakut dilinde cesâret demektir. Bu yasakların temelindeki psikolojik güdüler farklı gerekçelerle açıkanabilir.
Masallarda ve efsânelerde sık sık görülen yasaklar şu şekildedir:
- Bakma yasağı: Savaşçının geriye dönüp bakmaması gerekir. Bazen de herkesin başını çevirip bakması yasaklanır. Benzer biçimde Kuran-ı Kerim’de helâk edilen bir kavim anlatılırken (Lut kavminin helâkı) , kurtarılan aileye geriye dönüp bakmamaları gerektiği uyarısı yapıldığı hâlde buna uymadığı için ölen bir kadının örneği verilir:
“(Elçiler) Dediler ki: Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan (azap), ona da isabet edecektir. Onlara va’dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?” (11/81).
Bahsi geçen âyetin farklı yorumları ve çevirileri de mevcuttur. Ancak pek çok meâlde geriye dönüp bakmakla ilgili bir uyarının olduğu görülmektedir.
- Uyuma yasağı: Çoğu zaman bir ağacın altında ejderhayı bekleyen yiğidin uyumaması gerekir. Bunun için kolunu keserek tuz basar. Önemli bir görev yerine getirlirken uyumak yasaktır. Askerlikte nöbet tutarken uyumak da bir suç sayılır.
- Söyleme Yasağı: Bazı sözlerin söylenmemesi veya hiç kimseyle konuşulmaması gerekir. Özellikle kutlu hayvanların adı anılmaz. Bazı soyut varlıkları anmak da onları çağırmak dermektir. Ayrıca bazı dinlerde başkalarıyla konuşmayı belirli bir süre için kişinin kendisine yasakladığı Konuşma Orucu veya Susma Orucu uygulaması da mevcuttur. Örneğin Kuran’da Hz. Meryem kıssası anlatılırken bu tür uygulamalardan bahsedilmektedir. Amaç kişinin kendi içiyle yâni vicdanıyla konuşmasını sağlamaktır.
Yayguçı
Yayguçı Türk ve Altay halk inancında ve mitolojisinde Yaratılış Zamanı. “Yayguçı Çağ” da denilir. Canlıların yaratılıp yeryüzüne yayıldığı gündür. Ayrıca yaratıcı tanrıları da ifâde eder. Karşıtı Kalgançı‘dır.
Henüz hiçbirşey yokken, heryerde yalnızca uçsuz bucaksız bir su vardır. Bu durum kaosu (karmaşayı) ve karmaşık tekdüzeliği simgeler. Fakat bu durum hiçlik ve yokluk değildir. Sonra bu suyun içinden toprak çıkarılır. Bu görev Erlik’e verilir. Ancak Erlik kendisi için çamur saklar.
Bunu anlayan Ülgen kendisini cezalandırır. Bazı efsânelerde ise Ak Ana çamur getirmeleri için Balıkçıl ve Ördeği gönderir. Balıkçıl toprağı kendisi için saklar. Bunu anlayan Ak Ana onu cezalandırır. Çıkarılan balçıktan Dünya yaratılır, ikinci dalan ördek küçük çakıl taşları çıkarır, bunlarda kıyılardaki dağları oluşturur.
Hiçbirşeyin olmadığı her şeyin sonsuz bir su olduğu bu çağda, gök diye bir şey yokken her şey sağır ve dilsizdir. Yâni anlamı ve adı yoktur hiçbirşeyin. Sayan söylencelerine göre bu sonsuzlukta önce ad verilerek yaratılış başlamıştır.
Ad ise anlam demektir. Yâni önce maddenin değil fikrin olduğu görüşü benimsenmiştir. Türk inanışına göre doğal varlıkların ve nesnelerin tamamı ilk yaratılışta insandır; dağlar, ırmaklar, ağaçlar… Güneş eskiden bir erkek, ay da kız çocuğuymuş, kış mevsimi de kocakarıymış. Örneğin kocakarı soğukları kavramının bu söylenti ile bir bağlantısı olması muhtemeldir.
Dağlar ise yenilmez yiğitler olarak görülürler. Bunların hepsi daha sonradan bu varlıklara dönüşmüştür fakat ruhları yine de içlerindedir. Sümer inanışına göre başlangıçta gök ile yer birdi. Daha sonra gök ile yer tanrılar tarafından ayrılmıştır.
Sümerlerde evrenin kökeni şu şekilde açıklanır ve Türk yaratılış anlayışına paraleldir:
- Başlangıçta sadece deniz vardır. Kökeni veya doğuşu konusunda bir şey söylenmemektedir. Sümerliler onu her zaman varmış gibi düşünmüşlerdir. Altay ve Yakut yaratılış destanları da benzer ifadeler kullanır.
- Bu denizden bir dağ oluştu. Bu dağ yeryüzü demektir. Aynı zamanda gök ve yer de henüz ayrışmamıştı. Yine Türk yaratılış destanları yeryüzünün suyun içinde çıkarılan topraktan oluştuğunu söylerler.
- Tanrılar insan biçimli olarak kişilik kazandıklarında, An (Gök) eril, Ki (Yer) dişildi. Onların birleşmesinden hava tanrısı Enlil doğmuştur. Enki ise Su Tanrısıdır. Türklerde de Gök Ata, Toprak Ana algısı vardır.
Kaynak: Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt