Antik Mısır’da kadınlar, erkeklerle meslekleri dışında her açıdan eşit kabul edilirdi. Evin ve ulusun reisi erkeklerdi; ancak kadınlar evi yönetir ve zanaatkârlık, bira yapımcısı, doktorluk, müzisyenlik, kâtiplik gibi diğer birçok işte çalışırlardı. Hatta bazen de erkekler üzerinde otorite kurarak ulusun istikrarını sağlarlardı.
Antik Mısır uygarlığının temel ilkelerinden biri, hatta belki de en önemlisi ma’at (hayatın her alanında uyum ve denge) idi. Bu ideal, tanrılar ve insanlar arasında arabuluculuk yapan firavunun esas göreviydi. Firavun, dengeli bir hayatın nasıl yaşanacağı konusunda öncülük eder ve gözlem yapardı. Mısır sanatı, mimarisi, dini uygulamaları ve hatta devlet kurumlarının hepsi mükemmel bir denge uyumu sergiler. Bu, Antik Mısır uygarlığı tarihi boyunca cinsiyet rollerinde de görülebilir.
Akademisyen Bob Brier ve Hoyt Hobbs, kadınların iş dışında neredeyse her alanda erkeklerle eşit olduğunu belirtirler: “Erkekler savaşır, hükümeti yönetir ve çiftliği idare ederdi; kadınlar ise yemek pişirir, dikiş diker ve evi çekip çevirirdi” (89). Erkekler kral, vali, general gibi makamlara sahiplerdi ve erkek evin reisi olarak kabul edilirdi. Ancak bu ataerkil düzen içinde kadınlar büyük ölçüde güç ve bağımsızlık sahibiydi. Mısırbilimci Barbara Watterson, durumu şöyle açıklar:
Antik Mısır’da kadın, yasalar önünde bir erkekle aynı haklara sahipti. De jure (hukuki hak) haklarının ne olduğu kadının cinsiyetine değil sosyal sınıfına bağlıydı. Toprak mülkiyeti anneliğin gerçek, babalığın ise görüş meselesi olduğu varsayımıyla anneden kıza (kadın soyundan) miras kalıyordu. Bir kadın, kendi mülkünü yönetme ve dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahipti. Satın alabilir, satabilir, yasal sözleşmelerde ortak olabilir, vasiyetnamelerde icra memuru ve yasal belgelerde tanık olabilir, mahkemede dava açabilir ve kendi adına çocuk evlat edinebilirdi.
Antik Mısırlı bir kadın yasal olarak capax (yetkin, ehliyetli) idi. Buna karşın, Antik Yunan kadını bir kyrios (erkek vasi) tarafından denetlenirdi. Ptolemaios döneminde Mısır’da yaşayan çoğu Yunan kadın, Mısırlı kadınların kyriolar olmadan hareket ettiğini gözlemleyerek aynı özgürlüğü benimsemeye teşvik edildi. Kısacası, Antik Mısırlı bir kadın, hem eski hem de modern diğer toplumlardaki pek çok kadından daha fazla sosyal statüye sahipti.
Bu sosyal statü, ancak erkeklerin desteği ve onayıyla mümkündü ve bazı durumlarda reddediliyor veya sorgulanıyordu. Ayrıca pek çok kadının haklarının bilincinde olmadığı bu yüzden de haklarını kullanamadığı ortadadır. Buna rağmen Antik Mısır’da kadınlara gösterilen saygı, dini inançlardan sosyal geleneklere kadar uygarlığın hemen hemen her alanında etkisini göstermektedir. Örneğin tanrıların hem erkek hem de kadındı ve her birinin eşit derecede önemli uzmanlık alanları vardı. Kadınlar istedikleri kişiyle evlenebilir, kendilerine uygun görmediklerini boşayabilir; sınırlar dahilinde istedikleri işte çalışabilir ve diledikleri gibi seyahat edebilirlerdi. Kültürün en eski yaratılış mitlerinin neredeyse hepsi dişil ilkenin önemini vurgulamaktadır.
Kutsal Dişil
MISIR DİNİ KADINLARI ONURLANDIRMIŞ VE YÜCELTMİŞTİR. BU NEDENLE KADINLARIN RUHBAN SINIFI VE TAPINAK YAŞAMININ ÖNEMLİ MENSUPLARINDAN OLMALARI ŞAŞIRTICI DEĞİLDİR.
En popüler yaratılış mitinde, tanrı Atum kaosun girdaplı sularının ortasındaki ilkel tümseğe ışık tutar ve dünyayı yaratmaya başlar. Rivayetin bazı versiyonlarında yaratılışı gerçekleştiren tanrıça Neith’tir ve Atum’un ana karakter olduğu yerlerde bile ilkel sular Nu ve Naunet olarak kişileştirilir. Bu, yaratıcı eylem amacıyla bir araya gelen uyum içindeki erkek ve dişi ilkelerin bir dengesidir.
Yaratılışın ve zamanın başlangıcının ardından kadınlar, Osiris ve İsis’in popüler hikayesinde de olduğu gibi önemli bir rol oynamaya devam etmiştir. Bu kardeş çiftin yaratılıştan sonra dünyayı (yani Mısır’ı) yönettikleri ve insanlara medeniyetin ilkelerini, tarım sanatını ve tanrılara doğru şekilde tapınmayı öğrettikleri söylenir. Tanrı Osiris, kıskanç kardeşi Set tarafından öldürülür. Onu hayata döndüren, çocuğu Horus’u doğuran ve onu kral olarak yetiştiren kız kardeşi İsis’tir. İsis ayrıca, kız kardeşi Nephthys ve Serket, Neith gibi diğer tanrıçalarla birlikte toprağa dengesini geri kazandırmaya çalışmıştır.
İnsanları günahlarından dolayı cezalandırmak için yıkıcı Sekhmet olarak dünyaya gönderilen tanrıça Hathor, birayla sarhoş olup daha neşeli bir ruhla uyandıktan sonra insanların dostu, yakın arkadaşı olur. Tenenet, tanrıların içkisi olduğu düşünülen biranın tanrıçasıydı; insanlara tarifini verir ve birayı doğru bir şekilde yapılması için denetlerdi. Seshat yazılı kelimelerin ve kütüphanecilerin tanrıçası, Tayet dokuma tanrıçası ve Tefnut da nem tanrıçasıydı.
Zamanın geçişini anlatmak için palmiye dalına çentik atan Renpet tarafından yılların geçişi bile kişileştiriliyor ve dişil olarak nitelendiriliyordu. Mısır’ın en popüler tanrıçalardan biri olan Bastet kadınların, evin ve kadın sırlarının koruyucusuydu. Mısır dini, kadınları onurlandırmış ve yüceltmiştir. İşte bu yüzden, kadınların ruhban sınıfının ve tapınak yaşamının önemli mensuplarından olmaları şaşırtıcı değildir.
Kadın ve Din
Mısır Orta Krallığı’ndan (M.Ö. 2040-1782) itibaren bir kadının sahip olabileceği en önemli statü Tanrı Amun’un Eşi’ydi. Farklı tanrılarla ilişkilendirilmiş pek çok “Tanrı’nın Eşi” statüsü vardı. Orta Krallık döneminde Tanrı Amun’un Eşi bunlardan yalnızca biriydi. Tanrı’nın Eşi, törenlerde baş rahibe yardım eden ve tanrının heykeline bakan bir kadına (önce herhangi bir sınıftan daha sonra ise üst sınıftan olmak üzere) verilen onursal bir unvandı.
Mısır’ın Yeni Krallık döneminde (M.Ö. 1570-1069) bu pozisyonun prestiji artmıştır ve Üçüncü Ara Dönem’e (M.Ö. 1069-525) geldiğinde Tanrı Amun’un Eşi bir kral ile eşit güce sahip olarak Yukarı Mısır’ı etkili bir şekilde yönetmiştir. Yeni Krallık döneminde Tanrı’nın Eşleri’nin en gözdesi firavun Hatshepsut’tu (M.Ö. 1479-1458). Ancak ondan önce bu statüye gelen pek çok kadın olduğu gibi ondan sonra da yerine gelenler olmuştur.
Kadınlar kâtip ve aynı zamanda rahip (genellikle dişil bir tanrıya sahip olan kültlerin rahipleri) olabilirdi. Örneğin İsis’in din adamları kadın ve erkeklerden oluşurken erkek tanrılı kültlerde çoğunlukla sadece erkek rahipler bulunurdu (Amun örneğinde olduğu gibi). Bununla birlikte Tanrı Amun’un Eşi’nin yüksek prestiji Antik Mısırlılarca gözlemlenen bir denge örneğidir. Bu denge, Amun’un Baş Rahibi pozisyonunun, eşit derecede güçlü bir kadın tarafından dengelenmesiyle sağlanmıştır.
Antik Mısır dinini tanımlarken kullanılan ‘kült’ ifadesinin günümüzde taşıdığı anlamla aynı olmadığını belirtmek gerekir. Antik Mısır’da kült, modern dindeki bir mezhebe eşdeğer kabul edilir. Ayrıca günümüzdeki gibi dini ayin bulunmadığını da anlamak gerekir. İnsanlar tanrılarıyla esas olarak festivallerde etkileşime geçerlerdi ve bu festivallerde kadınlar düzenli olarak önemli roller üstlenirlerdi: Osiris festivallerinde İsis ve Nephthys’in Ağıtlarını icra eden iki bakire gibi.
Rahip ve rahibeler tapınakların bakımını yapar ve tanrı ya da tanrıçanın heykeline bakarlardı; halk da çeşitli konularda yardım istemek, borçlarını ödemek, şükretmek, sorunlar, kararlar ve rüya tabirleri hakkında danışmanlık almak için tapınağı ziyaret ederdi. Ancak bugün bildiğimiz anlamdaki gibi bir tapınma töreni yoktu. Festivallerin yanı sıra, insanlar evlerindeki kişisel mabetlerinin önünde tanrılara dua ederlerdi. Bu tapınakların, kadınlar tarafından ev işleri sorumluluklarının bir parçası olarak inşa edildiği ve korunduğu düşünülmektedir.
Rüya yorumlama konusunda kadınlara da danışılırdı. Rüyalar öbür dünyaya açılan kapılar, tanrıların ve ölülerin yaşayanlarla iletişim kurabildiği düzlemler olarak kabul edilirdi; ancak bu iletişim hep açık açık kurulmazdı. Rüyadaki sembolleri ve sembollerin anlamlarını çözmek için kabiliyetli yorumculara ihtiyaç duyulurdu. Mısırbilimci Rosalie David, şöyle anlatır:
Set Maat metinlerinde ‘bilge kadınlara’ ve onların gelecekteki olayları ve nedenlerini tahmin etmede oynadıkları role atıfta bulunulmaktadır. Bu tür kahinlerin Yeni Krallık’ta ve muhtemelen daha da öncesinde pratik dinin düzenli bir unsuru olabileceği öne sürülmüştür.
Bu bilge kadınlar, rüyaları yorumlama ve geleceği tahmin etme gibi konularda ustaydılar. Rüyalar ve yorumlarıyla ilgili günümüze ulaşan tek bilgi Sebennytos’lu Hor ve Glaukius’un oğlu Ptolemaios (her ikisi de M.Ö. 200 civarı) gibi erkeklerden gelmektedir ancak yazıtlar ve fragmanlar bu konularda öncelikle kadınlara danışıldığını göstermektedir. David ekler:
Bazı tapınaklar, başvuranın özel bir binada geceyi geçirebildiği ve geleceğe dair içgörü kazanmak için tanrılarla veya ölmüş akrabalarıyla iletişim kurabildiği rüya kuluçka merkezleri olarak biliniyordu. (281)
Bunların en ünlüsü, ruhban sınıfı çoğunlukla kadınlardan oluşan Dendera’daki Hathor Tapınağı’na bağlıydı.
Kadınların Meslekleri
Antik Mısır’da ruhban sınıfı büyük saygı görüyor ve rahat bir yaşam sürüyordu. Mısır’daki Erken Hanedanlık Dönemi’nden (M.Ö. yaklaşık 3150 ila yaklaşık 2613) Antik Mısır’ın Geç Dönemi’ne (M.Ö. 525-332) kadar olan tarih, ruhban sınıfının, özellikle de Amun’un toprak ve servet biriktirdiğine dair kayıtlarla doludur. Rahip olabilmek için önce kâtip olmak icap ederdi ki bu da yıllarca süren bir çalışma gerektirirdi. Bir kadın kâtip olduktan sonra rahipliğe girebilir, öğretmenlik yapabilir ya da hekim olabilirdi.
KADIN BİRA YAPIMCILARI VE ÇAMAŞIRCILAR ERKEK İŞÇİLER TARAFINDAN SIKLIKLA DENETLENİRDİ.
Antik Mısır’da kadın doktorlara büyük saygı duyulurdu ve İskenderiye’deki tıp okuluna diğer ülkelerden birçok öğrenci gelirdi. Cinsiyeti yüzünden Atina’da tıp eğitimi almasına izin verilmeyen Yunan hekim Agnodice, M.Ö. 4. yüzyıl civarında Mısır’da eğitim görmüş, daha sonra erkek kılığına girerek mesleğini icra etmek için Atina’ya dönmüştür.
Fakat kâtip olmak için gereken eğitim uzun ve zor olduğundan çoğu kişi bu mesleği seçmemiştir. Üstelik kâtipler, genellikle okuryazarlığa kıymet verilen ve çocuklarının da anne babalarının izinden gitmelerinin beklendiği kâtip ailelerinden gelirdi. Bu nedenle kadınlar dokumacı, fırıncı, bira yapımcısı, ağıtçı, sandaletçi, çamaşırcı, sepet örücü, aşçı, garson ya da günümüzde emlak sahibi ya da mülk yöneticisi yani “Evin Hanımı” olarak sürekli istihdam edilirlerdi. Kadın bira yapımcıları ve çamaşırcılar erkek işçiler tarafından sıklıkla denetlenirdi.
Bir kadının kocası öldüğünde ya da kocasıyla boşandığında evi elinde tutabilir ve istediği gibi yönetebilirdi. Son 200 yılın kadın haklarıyla karşılaştırıldığında, cinsiyet eşitliği sadece bu yönüyle bile büyüleyicidir. Örneğin 19. yüzyılın başlarında Amerika’da yaşayan dul bir kadının, ev mülkiyeti konusunda hiçbir hakkı yoktu. Kocasının ölümü ya da kocasından ayrılması gibi durumlarda kadın, evi elinde tutabilmek için bir erkek akrabasının şefaatine muhtaçtı. Antik Mısır’da ise bir kadın nasıl para kazanacağına ve mülkünü nasıl düzenleyeceğine kendi karar verebilirdi. Akademisyen James C. Thompson, şöyle belirtir:
‘Evin Hanımı’nın gelirini destekleyebileceği çeşitli yollar mevcuttu. Bazılarının küçük sebze bahçeleri vardı. Birçoğu giysi üretiyordu. Belgenin birinde, girişimci bir kadının 400 deben karşılığında bir köle satın aldığı belirtiliyor. Paranın yarısını giysi olarak ödemiş kalanını da komşularından ödünç almış. Muhtemelen köleyi kiralayarak borcunu geri ödeyebileceğini düşünüyordu. Nitekim, bir kölenin 27 günlük çalışması karşılığında birkaç giysi, bir boğa ve on altı keçi aldığını gösteren makbuza erişebiliriz.
Kendi başına para toplayamayanlar bazı zamanlar komşularıyla birlikte bir köle satın alırlardı. Kadınlar genellikle böyle bir birlikteliğin parçasıydı. Kadınların büyük ve varlıklı mülkleri miras alıp işletebileceğini de biliyoruz. Varlıklı bir mülk sahibi olan erkek, mülkü yönetmek için bir erkek kâtip tutardı ve aynı şeyi kadın mirasçının da yapması makul görülürdü. Ancak tam ya da yarı zamanlı olarak ücretli işlerde çalışan seçkin kadınlara dair elimizde çok az kanıt bulunmaktadır.
Özellikle kabiliyetli kadınlar, cariye olarak da iş bulma fırsatına sahipti. Cariye yalnızca cinsel hizmetlerde bulunmakla kalmayıp aynı zamanda müzik, sohbet, dokuma, dikiş, moda, kültür, din ve sanat alanlarında da yetkin olması gereken bir kişiydi. Ancak bu durum, fiziksel görünüş öneminin göz ardı edildiği anlamına gelmiyordu. III. Amenhotep’in (M.Ö. 1386-1353) Gezer Prensi Milkilu’ya gönderdiği 40 cariye talebi, bunu gereksinimleri açıkça ortaya koymaktadır. III. Amenhotep, Milkilu’ya yazdığı mektupta şöyle der:
Dinle, güzel cariyeler yani dokumacılar göndermen için sana ticaret mallarıyla birlikte okçuların en yetkilisi Hanya’yı gönderdim. Bu mallar; gümüş, altın, giysiler, her türden değerli taş, ebanoz sandalyeler ve diğer bütün değerli eşyalarla toplamda 160 deben değerindedir. Her cariyenin ederi kırk gümüştür. Diyeceğim o ki kırk kusursuz, güzeller güzeli cariye gönder bana. (Lewis, 146)
Bu cariyeler, firavun tarafından haremde tutulurdu ve III. Amenhotep döneminde, Malkata’daki saray Mısır tarihinin en gösterişli saraylarından biri olduğundan bu cariyelere oldukça iyi bakılmıştır. Kral’ın, Yüce Eş’ine sadık kaldığı sürece birçok kadına sahip olması, onun haklı bir ayrıcalığı olarak kabul edilirdi. Ancak çoğu Mısırlı için evlilik tek eşli ve ömür boyu süren bir birliktelikti.
Aşk, Cinsellik ve Evlilik
Yukarıda Watterson’ın da belirttiği gibi kadınlar yaşamlarının her alanında yasal olarak ehliyetli kabul edilirdi ve herhangi bir eylemde bulunmak için bir erkeğin gözetimine, danışmanlığına veya onayına ihtiyaç duymazlardı. Bu paradigma, evlilik ve cinsellik dahil yaşamın her alanına uygulanıyordu. Kadınlar istedikleri kişiyle evlenebiliyor, evlilikler ailenin erkekleri tarafından düzenlenmiyor ve istedikleri zaman boşanabiliyorlardı. Boşanma, hayat boyu süren evliliğin her zaman tercih edilmesine rağmen kadın için bir utanç kaynağı değildi. Brier ve Hobbs, konuyu şöyle özetlerler:
İster zengin ister fakir olsun her özgür birey, evliliğin sevinçlerinden yararlanma hakkına sahipti. Mısır’da evlilik dini bir mesele değildi yani papazlar tarafından yapılan törenlerden söz edilemezdi. Evlilik bir anlaşma diğer bir deyişle talibin müstakbel eşinin ailesiyle müzakere ettiği, sözleşme gerektiren sosyal gelenekti.
Söz konusu anlaşma her iki tarafın da değerli nesneleri takasını içeriyordu. Talip, gelinin kaybını telafi etmek için uygun olduğunda “bekaret hediyesi” adı verilen ve eski zamanlarda bekaretin önemli olduğunu vurgulayan bir meblağ teklif ederdi. Bu hediye ikinci evlilikler için geçerli değildi ama yine de bir “gelin hediyesi” sunulurdu. Karşılığında gelin adayının ailesi “eş hediyesi” sunardı. Çoğu durumda, bu iki hediye hiçbir zaman teslim edilmezdi çünkü çiftler kısa süre içinde hanelerini kurarlardı. Ancak boşanmalarda her iki taraf da anlaşmaya varılan hediyeyi talep edebilirdi.
Ayrıca Antik Mısırlı çiftler kadının lehine olan evlilik öncesi anlaşmalar yaparlardı. Boşanmayı erkek başlatırsa hediyeler için dava açma hakkını kaybeder ve kadın yeniden evlenene veya ödeme talebini geri çekene dek eski karısına belirli bir miktar nafaka ödemek zorunda kalırdı. Evlilikten doğan çocuklar, her zaman annelerinin yanında kalırdı ve ev, koca tarafının mülkü olmadığı sürece anneye ait olurdu.
Doğum kontrolü ve kürtaj, hem evli hem de bekar kadınlar için geçerliydi. M.Ö. yaklaşık 1542 tarihli Ebers Tıbbî Papirüsü, doğum kontrolü hakkında şu pasaja yer vermiştir:
Bir kadının bir, ila üç yıl boyu hamile kalmamasını sağlayan reçete. Bir miktar akasya hurmasını biraz bal ile iyice ezip karıştırın. Tohum ağacını bu karışımla nemlendirin ve vajinaya yerleştirin. (Lewis, 112)
Bekaret evliliğe niyet eden erkekler tarafından önemsenmiş olsa da bir kadının düğün gecesi bakire olması şart değildi. Bir kadının evlilik öncesi cinsel deneyimi endişe konusu oluşturmazdı. Kadın cinselliğiyle ilgili verilen tek öğüt, erkekleri eşlerinden uzaklaştıran kadınlara dairdi. Bu, istikrarlı evliliğin istikrarlı toplumu destekleyeceği inancına dayanırdı. Dolayısıyla çiftlerin birlikte kalması toplum adına en iyisiydi. Dahası Antik Mısırlılar, dünyevi yaşamı ebedi yolculuğun yalnızca bir parçası olarak görmüşlerdi. Bu nedenle evlilik de dahil olmak üzere, kişinin hayatı sonsuza dek yaşamaya değer kılması gerektiğine inanırlardı.
Kabartmalar, resimler ve yazıtlar karı kocaları yemek yerken, dans ederken, içki içerken ve tarlada çalışırken tasvir etmektedir. Mısır sanatı son derece idealize edilmiş olsa da çoğu insanın mutlu evlilikler yaşadığı ve ömür boyu birlikte kaldığı açıktır. Mısır’da sevgilinin/eşin güzelliğini ve iyiliğini öven, modern aşk şarkılarına oldukça benzeyen ifadelerle sonsuz aşk yeminleri edilen aşk şiirleri son derece popülerdi:
Elim ellerinde olduğu sürece/Senden uzak kalmayacağım/Sevdiğimiz her yerde/Seninle gezip dolaşacağım. (Lewis, 201)
Şairler hem erkek hem de kadındı, şiirlerde romantizmin tüm yönlerini ele alırlardı. Mısırlılar hayatın basitliklerinden keyif alırlardı. Birinin kraliyet mensubu olması sevgilisi, eşi, ailesi ya da arkadaşlarıyla birlikte olmaktan zevk alması için şart koşulmamıştı.
Mısır Kraliçeleri ve Kadın Etkisi
Mısır kraliyet ailesinin refah içinde yaşadığı yadsınamaz bir gerçektir. Sarayda yaşayan birçok kraliçe ve daha düşük statüdeki eşler lüks yaşamı deneyimlemişlerdir. Yukarıda bahsi geçen III. Amenhotep’un Malkata’daki sarayı, 30.000 metrekarelik (3 hektar) bir alanı kaplıyordu ve geniş daireler, toplantı odaları, kabul salonları, taç giyme odası ve karşılama salonu, festival salonu, kütüphaneler, bahçeler, ardiyeler, mutfaklar, harem ve Amun’a adanmış bir tapınak içeriyordu. Sarayın dış duvarları beyaz renkle parıldarken iç mekan renkleri ise açık mavi, altın sarısı ve canlı yeşildi. Bu tür saraylarda yaşayan kadınlar alt sınıfların çok üzerinde bir hayat standardına sahipti. Ama yine de ma’at ilkelerine uygun olarak yerine getirmeleri gereken görevleri vardı.
Mısırbilimci Sally-Ann Ashton, açıklar:
Erkek firavunun egemen olduğu bir dünyada, Mısırlı kraliçelerin rollerini tam olarak kavramak genellikle zordur. Firavunun birden fazla kraliçesi olurdu fakat yalnızca en değer göreni “yüce eş” olarak yükseltilirdi. (1)
Yüce Eş’in rolü firavuna göre değişiyordu. III. Amenhotep’ın karısı Kraliçe Tiye (y. MÖ 1398-1338) düzenli olarak devlet işlerine katılır, diplomat olarak görev yapar ve hatta bir firavun gibi adını bir kabartmaya yazdırmıştır. Akhenaten’in karısı Nefertiti (y. M.Ö. 1370-1336) bir yandan ailesine bakarken bir yandan da kocasının ülkeyi yönetmesine yardımcı olurdu. Hatta kocası yeni tek tanrılı dinine yoğunlaşmak için firavunluk görevlerini esasen terk ettiğinde, Nefertiti onun sorumluluklarını üstlenmişti.
Büyük kraliçeler, Mısır’ın Erken Hanedanlık Dönemi’ne kadar uzanan kayıtlarla bilinir. Kraliçe Merneith (M.Ö. yaklaşık 3000), oğlu Den’in naibi olarak hüküm sürmüştür. Kraliçe Sobeknefru (M.Ö. yaklaşık 1807-1802) Mısır’ın Orta Krallığı döneminde tahta çıkarak Mısır’ın sadece erkekler tarafından yönetilebileceği geleneklerini göz ardı etmiş ve kadın olarak hüküm sürdürmüştür. 18. Hanedan döneminin Hatshepsut’u, Sobeknefru’nun örneğini daha da ileriye taşıyarak kendisine firavunluk tacı giydirmiştir. Hatshepsut antik dünyanın en güçlü kadınlarından biri olmaya ve Mısır’ın en büyük firavunları arasında yer almaya devam etmektedir. Tüm bu kadınlar, eşleri, saray ve ülke üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Sonuç
MISIR’DA KADINLARIN STATÜSÜ, GÜNÜMÜZ DE DAHİL OLMAK ÜZERE DÜNYA TARİHİNİN HERHANGİ BİR DÖNEMİNDE OLDUKÇA İLERİ SEVİYEDEYDİ.
Daha eski bir efsanenin MS 2. yüzyıla ait bir kopyasına göre, Osiris ve İsis zamanın başlangıcında dünyaya hükmettiklerinde İsis insanlığa hediyeler vermiş ve bunların arasında kadın ve erkek eşitliği de yer almıştır. Bu efsanenin anlamı, Mısır tarihi boyunca kadınların sahip olduğu yüksek statü ile örneklendirilmiştir.
Brier ve Hobbs, “Mısır’da kadınların statüsü o dönem için oldukça modern seviyededir.”diye belirtmektedirler (89). Bu şüphesiz doğrudur. Ancak Antik Mısır’da kadınların statüsünün günümüz de dahil olmak üzere dünya tarihinin herhangi bir döneminde oldukça ileri seviyede olduğu iddia edilebilir. Antik Mısırlı bir kadın, günümüzde yaşayan pek çok kadından çok daha fazla hakka sahipti.
Kadınlara yönelik eşitlik ve saygı, Ptolemaios Hanedanı (M.Ö. 323-30) döneminde de devam etti; bu, Mısır’ın Roma tarafından ilhakından önceki son yöneticileriydi. Mısır’ın son kraliçesi VII. Kleopatra (M.Ö. 51-30), ülkeyi kendisinden önceki ya da kendisiyle birlikte yönettiği düşünülen erkeklerden daha iyi yönettiği için cinsiyet eşitliğinin en iyi örneklerinden biridir. Kleopatra’nın ölümünden sonra Mısır, Romalılar tarafından ele geçirilmiştir ve böylece kadınların statüsü azalmaya başlamıştır.
Ancak bazı araştırmacılar bu gerilemeyi Ptolemaios Dönemi’ne (M.Ö. 323-30) dayandırmaktadır ve sadece Roma Mısır’ında (M.Ö. 30-M.S. 640) ivme kazandığını belirtirler. Greko-Romen yasaları ve kadına yönelik tutumlar, 4. yüzyılda Hristiyanlığın yükselişiyle beraber İnsanların Düşüşü suçunu Havva’nın torunları olarak kadınlara yüklemiştir. Kadınların güvenilmez olduğu, erkek rehberliğine ve denetimi gerektirdiği inancınına teşvik etmiştir. Bu gerileme 7. yüzyıldaki Müslüman Arap istilasının ardından da devam etmiş ve Mısırlı kadınların ülkede 3.000 yılı aşkın süredir sahip olduğu yüksek statüyü daha da zora sokmuştur.
Kaynak: Worldhistory