
Šanta (ya da Santa), Hitit ve Luwi mitolojisinde önemli bir savaşçı ve bazen yeraltı/ölümle ilişkili tanrıdır. Adı farklı yazımlarla Hitit metinlerinde yer alır. Kimi yorumlarda “avcı, öldürücü, yok edici” işlevleri öne çıkar. Bazı ritüellerde yeraltı tanrılarına özgü bağlamlarda da anılır. Savaşçı kimliğiyle tapınak yazıtlarında ve mühürlerde silahlı bir figür olarak betimlenir. Hitit İmparatorluğu’nun farklı bölgelerinde kültü bulunmuştur ve yerel Anadolu inançlarının Hitit panteonuna uyarlanma örneğidir.
Dünyanın dört bir yanında, özellikle de yılın son dönemlerinde adını sıkça duyduğumuz, çocukların heyecanla beklediği o neşeli, kırmızı kostümlü, ak sakallı figürle başlamak istiyorum: Noel Baba, yani Santa. Ancak bu yazıda ele alacağımız Santa veya doğru telaffuzuyla Šanta, sizin ve benim zihnimizdeki o sevimli imajdan oldukça farklı, çok daha eski ve çok daha gizemli bir varlık. Antik Anadolu’nun derinliklerinden, yani Hitit ve Luwi medeniyetlerinin tanrı ve mitoloji evreninden sesleniyor bize.
Günümüzdeki ‘Santa’ kelimesinin Slavca ‘kutsal’ anlamına gelen ‘Svet’ kökeninden geldiği ve Hristiyan azizi Nikola’ya atfen kullanıldığı düşünülse de, antik dünyadaki kökenleri bambaşka bir hikaye anlatır. Gelin, Anadolu’nun kadim topraklarında yankılanan, savaşçı kimliğiyle yeraltının karanlık sırlarına hükmeden bu ilginç tanrının peşine düşelim.
Šanta İsminin Kökeni ve Anlamı

Šanta ismi, özellikle Hitit İmparatorluğu döneminde Anadolu’da konuşulan Hint-Avrupa dillerinden biri olan Luwice kökenlidir. Luwice’de “güçlü”, “kudretli” veya “cesur” anlamlarına gelen kelimelerle ilişkilendirildiği düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar, ismin kökenlerini “parlamak” veya “belirmek” gibi anlamlara gelen fiillerle de bağdaştırsa da, genel kabul görmüş görüş, onun savaşçı ve hükmedici doğasına atıfta bulunan “güç”le olan ilişkisidir.
Antik metinlerde hem “Šanta” hem de “Santa” olarak geçen bu tanrının ismi, farklı transkripsiyonlar nedeniyle bazen kafa karıştırıcı olabilmektedir. Ancak modern Hititoloji ve Luwitoloji çalışmalarında genellikle Luwice’deki orijinal telaffuzu yansıtan “Šanta” formu tercih edilir.
Bu isimdeki ‘Š’ sesi, Türkçe’deki ‘Ş’ sesine yakın bir telaffuzu ifade eder. Bu isim, daha ilk duyuluşta bile bize onun sıradan bir varlık olmadığını, aksine hem gücü hem de belli bir gizemi barındırdığını fısıldar.
Anadolu Yerel İnançlarında İlk İzler
Šanta‘nın tarih sahnesine çıkışı, Hitit İmparatorluğu’nun kuruluşundan çok daha eskiye, Anadolu’nun yerel ve pre-Hitit inançlarına uzanır. Mezopotamya ve Suriye etkileriyle harmanlanmış olmasına rağmen, Hitit panteonunun temeli büyük ölçüde Anadolu’nun binlerce yıldır süregelen yerel kültlerine dayanır. Šanta da bu yerel kültlerin önemli bir temsilcisiydi.
Onun ilk izleri, özellikle güneybatı Anadolu’da, yani Luwilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde görülür. Toprakla, doğurganlıkla ve belki de yeraltı dünyasıyla ilişkilendirilen eski Anadolu inanışlarında, farklı mevsim döngüleri ve yaşam-ölüm kavramları önemli bir yer tutuyordu. Šanta, muhtemelen bu erken dönemlerde, hem toprağın bereketini sağlayan hem de yeraltının gizemli güçlerini kontrol eden bir figür olarak ortaya çıktı. Bu dönemdeki betimlemeleri ve görevleri hakkında elimizde çok detaylı bilgiler olmasa da, Hitit İmparatorluğu’nun kurulmasıyla birlikte onun rolü ve konumu daha belirgin hale gelecekti.
Hitit Döneminde Tanrısal Konumu
Hititler, fethettikleri veya egemenlikleri altına aldıkları bölgelerin tanrılarını kendi panteonlarına dahil etme konusunda oldukça açık fikirli ve pragmatic bir yaklaşıma sahiptiler. Bu durum, “bin tanrılı ülke” olarak anılmalarının en büyük nedenlerinden biriydi. Luwice konuşan halkların yoğun olduğu güney ve batı bölgelerin önemli bir tanrısı olan Šanta da, Hitit panteonuna entegre edildi ve kendine önemli bir yer edindi.
Hitit İmparatorluğu döneminde, özellikle imparatorluk kültünde ve resmi yazışmalarda karşımıza çıkar. Büyük kralların tanrılara ettikleri dualarda, antlaşma metinlerinde ve ritüel betimlemelerinde adı geçer. Genellikle, Yeraltı Tanrıları sınıfında değerlendirilse de, bazen Fırtına Tanrısı Tarḫunna’nın veya Güneş Tanrısı’nın yanında da anılır, bu da onun çok yönlü bir karaktere sahip olduğunu gösterir. Hititler onu özellikle krallığın ve düzenin koruyucusu, adaletin sağlayıcısı ve yeminlerin bekçisi olarak görmüştür. Onun gücü, özellikle tehlikeli durumlarda veya düşmanlara karşı zafer kazanma dileklerinde çağrılırdı.

Savaşçı Kimlik ve Silahlı Betimlemeler
Šanta‘nın en belirgin özelliklerinden biri, şüphesiz onun savaşçı kimliğidir. Çivi yazılı Hitit metinlerinde ve özellikle kabartmalarda, elinde bir balta veya kılıçla resmedildiği görülür. Bu silahlar, onun sadece fiziksel gücünü değil, aynı zamanda düşmanları cezalandırma ve adaleti sağlama yeteneğini de simgeler.
Onun savaşçı yönü, krallık ayinlerinde ve askeri seferlerde yapılan dualarda özel bir önem taşırdı. Hitit kralları, savaşa çıkmadan önce kurbanlar sunar, ondan zafer dilerlerdi. Düşmanlara karşı yapılan yeminlerin bozulması durumunda, Šanta‘nın intikamcı gücünden bahsedilir, kendisine yapılan hakaretlere karşı gazabının korkutuculuğu vurgulanırdı. Bu yönüyle, sadece bir savaş tanrısı değil, aynı zamanda ilahi bir infazcı ve düzenin koruyucusuydu. Silahlı betimlemeleri, onun hem göksel hem de yeraltı dünyasındaki güç hiyerarşisindeki yerini ve otoritesini açıkça ortaya koyar.
Yeraltı ve Ölümle Bağlantılı Ritüel İşlevler
Šanta’nın savaşçı kimliği kadar önemli, hatta belki de ondan daha gizemli olan yönü, yeraltı dünyası ve ölümle olan derin bağlantısıdır. O, sadece bir savaş tanrısı değil, aynı zamanda yeminlerin, antlaşmaların ve dolayısıyla adaletin yeraltındaki bekçisiydi. Hitit inanç sisteminde, yeminleri bozan veya antlaşmalara ihanet edenlerin yeraltı tanrıları tarafından cezalandırıldığına inanılırdı; Šanta da bu cezanın uygulayıcılarından biri olarak kabul edilirdi.
Metinlerde, hastalıkların ve salgınların yeraltı tanrılarıyla bağlantılı olduğu sıkça vurgulanır ve Šanta bazen bu tür felaketleri getiren veya engelleyen bir tanrı olarak karşımıza çıkar. Bu durum, onu hem korkulan hem de şifa aranan bir figür yapar. Ritüellerde, hastalıklardan korunmak veya iyileşmek için ona özel adaklar sunulur, dualar edilirdi. Ölümle olan bağlantısı, onun özellikle cenaze törenlerinde ve ölü kültünde önemli bir rol oynamasına neden olmuştur. Yeraltının karanlık ve bilinmez dünyasının sırlarını barındıran, bu yönüyle Hititlerin yaşam-ölüm döngüsüne ve kozmolojik anlayışına dair ipuçları sunar.

Hitit İmparatorluğu’nda Tapınaklar ve Kült Merkezleri
Šanta‘nın en yoğun şekilde tapıldığı bölgeler, ağırlıklı olarak Luwice konuşan halkların yaşadığı güney ve güneydoğu Anadolu’ydu. Ancak imparatorluk genelinde, özellikle de Hitit başkenti Hattuşa’da (bugünkü Çorum, Boğazkale) diğer önemli tanrıların yanında onun adına da kült merkezleri veya tapınaklar bulunuyordu. Hattuşa’da bulunan çivi yazılı tabletler, Šanta adına düzenlenen festivallerden, ona sunulan kurbanlardan ve ritüellerden bahseder.
Bu tapınaklar ve kült merkezleri, sadece ibadet yerleri olmakla kalmazdı; aynı zamanda önemli idari ve ekonomik işlevleri de yerine getirirlerdi. Ritüeller, belirli takvimlere göre düzenlenir, halkın katılımıyla büyük şölenler ve adaklar sunulurdu. Šanta‘ya genellikle hayvan kurbanları (özellikle boğa veya keçi) ve çeşitli yiyecekler, içecekler sunulurdu. Bu kült merkezleri, aynı zamanda, tanrının toplum içindeki yerini pekiştiren, kralın ve devletin meşruiyetini sağlayan önemli kurumlardı.
Luwi Kültürü ve Uyarlamaları

Šanta‘nın Anadolu panteonundaki konumu incelendiğinde, onun Luwi kültüründeki köklü yeri ve önemi bir kez daha ortaya çıkar. Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Anadolu’da ortaya çıkan Geç Hitit (Neo-Hitit) beylikleri döneminde, Luwice konuşan halklar kültürel ve siyasi olarak daha da öne çıkmışlardır. Bu dönemde, Šanta‘nın kültü, özellikle güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’deki Luwi şehir devletlerinde güçlü bir şekilde varlığını sürdürmüştür.
Geç Hitit döneminde yapılan kabartmalar ve hiyeroglif yazıtlar, Šanta‘nın hala önemli bir tanrı olduğunu kanıtlar. Bu beyliklerde, o hala savaşçı yönüyle kralların koruyucusu, yeminlerin bekçisi ve yeraltının efendisi olarak tapınılmıştır. Onun bu dönemdeki uyarlamaları, Luwi kültürünün Hitit etkisinden sıyrılarak kendi özgün karakterini ne kadar koruduğunu gösterir. Šanta, binlerce yıl boyunca Anadolu topraklarında yaşamış, çeşitli medeniyetlerin inanç sistemlerinde yer almış, savaşçı ve yeraltı tanrısı olarak kültürel ve dini bir miras bırakarak antik dünyanın gizemli sayfalarına adını yazdırmıştır.
Sonuç olarak, adını duyduğumuzda aklımıza gelen sevimli Noel Baba ile karıştırılmaması gereken bu antik Šanta, Hitit ve Luwi mitolojisinin en ilgi çekici figürlerinden biridir. Onun savaşçı kimliği, yeraltı dünyasıyla olan bağlantısı ve adaletin bekçisi rolü, Anadolu’nun zengin inanç dünyasının ne kadar derin ve karmaşık olduğunu ortaya koyar. Bugün, Santa denince aklımıza bambaşka bir figür gelse de, Anadolu’nun kadim topraklarında bir zamanlar hüküm süren bu güçlü tanrının varlığı, geçmişin büyüsünü ve gizemini bize hatırlatmaya devam ediyor.