Tarih

Asurlular ve Kral Asurbanipal

Aslan Avlama Sahnesi, Kral Asurbanipal

Asurlular/Asurya/Asur Devleti, Yeni Asur İmparatorluğu döneminde Mezopotamya’dan (günümüzde Irak) Küçük Asya’ya (günümüzde Türkiye) ve oradan da Mısır’a kadar uzanan Antik Yakın Doğu toprakları üzerinde kurulu bir devlet idi. İmparatorluk, Babil şehrinin Kuzeydoğusunda, Mezopotamya’da bulunan (Sümerlerce Subartu olarak bilinen) Asur şehrinde mütevazı bir şekilde başlamıştı. Anadolu ile ticaret yapan tüccarlar giderek zenginleşmiş ve bu zenginlik Asur şehrinin büyümesi ve refahını da sağlamıştı.

Kutsal Kitap Tevrat, Yaratılış Kitabı bölümünde yer alan pasajların bir yorumuna göre Asur şehrini, Büyük Tufandan sonra Nuh’un oğlu Sam’ın oğlu Aşur kurmuş ve daha sonra önemli diğer Asur şehirlerini de imar etmiştir. Daha olası başka bir açıklama ise, şehrin MÖ 3.binyıl civarında aynı adı taşıyan tanrıya ithafen Asur olarak adlandırılmış olmasıdır. Asur kelimesinin kökenine dair bilgi Kutsal Kitap yorumu tarihsel kayıtlarında daha sonra ortaya çıkmış (Yaratılış en erken MÖ 1450 yılı dolayına, en geç MÖ 5.yüzyıla tarihlenir) ve Asurluların Hıristiyanlığı kabul etmeleri ardından ortaya çıkan bilgiyi benimsemiş oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu yorum, Asurlu Hıristiyanların yeni inanç sistemine daha uygun olarak erken dönem tarihlerinin yeniden yorumlanması olduğu düşünülmektedir.

Asurlular, kullanımı kolay bir dil Aramicenin daha popüler hale gelmesinden önce Akad dilinden konuşup yazan bir Sami halkı idiler. Tarihçiler, Asur İmparatorluğunun yükseliş ve çöküşünü üç döneme ayırmışlardır: Eski Krallık, Orta İmparatorluk ve Geç İmparatorluk (Yeni Asur İmparatorluğu olarak da bilinir). Ancak Asur tarihinin bu dönemden sonra da devam ettiği unutulmamalıdır; günümüzde İran, Kuzey Irak ve başka bölgelerde Asurlular hala da yaşamaktalar. Asur İmparatorluğu, yayılma alanı, büyümesi ve gelişme kaydetmesini sağlayan bürokrasi ve askeri stratejisinin gelişimi nedeniyle Mezopotamya imparatorluklarının en büyüğü olarak kabul edilir.

KARUM KANEŞ (KÜLTEPE) TİCARET KOLONİSİ, ANTİK YAKIN DOĞU’NUN EN KAZANÇLI TİCARET MERKEZLERİNDEN BİRİSİYDİ.

Eski Krallık

Asur şehri MÖ 3.binyıldan itibaren varlığını sürdürmüş olsa da, günümüze ulaşan kalıntılarına göre şehir MÖ 1900 yılına tarihlenmekte ve bu tarih aynı zamanda şehrin kuruluş tarihi olarak kabul edilmekte. Bulunan ilk kitabe kayıtlarına göre, ilk Asur kralı Tudiya olmuş ve ondan sonra gelenler “çadırlarda yaşayan krallar” olarak bilinmişlerdir. Bu durumda, Asurluların kentsel bir topluluk olmalarından daha ziyade kırsal bir topluluk oldukları anlaşılıyor.

Asur şehrinin kesin oluşum şekli ve yapısı belirsiz olsa da, o dönemde bile kesinlikle önemli bir ticaret merkezi idi. Kral I. Erişum, Asur Tapınağını MÖ 1900/1905 yılı dolayında şehrin üzerinde kurulu alana inşa etmiş ve bu tarih aynı zamanda şehrin gerçek kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Ancak, bu tarihten önce de söz konusu alan üzerinde kurulu yine bir şehir yapısının bir şekilde varolduğu anlaşılmaktadır. Tarihçi yazar Wolfram von Soden şöyle bir açıklama getirmiştir:

Konuyla ilgili kaynak kıtlığı nedeniyle, üçüncü bin yıl Asur şehri hakkında çok az şey bilinir. Asur şehri, geçen zaman seyrinde, Akad İmparatorluğu ve Üçüncü Ur Hanedanlığına ait bir şehir olmuştur. Bu döneme ilişkin ana kaynak belgelerimiz, en önemli merkezlerden birisi Kaneş (modern dönemde Kültepe) olan Kapadokya’daki ticaret kolonilerinden günümüze gelen binlerce Asur mektup ve belgeleridir (49-50).

Map of Mesopotamia, 2000-1600 BCE
Mezopotamya Haritası, MÖ 2000 -1600
P L Kessler (Copyright)

Karum Kaneş (Kaneş Limanı) ticaret kolonisi, Antik Ortadoğu’nun en kazançlı ticaret merkezlerinden biri olup kesinlikle Asur şehri için de en önemli bir merkezdi. Asurlu tüccarlar Kaneş’e seyahat eder, orada uygun bir iş kurar ve ardından güvendikleri çalışanlarından birini (genellikle aile üyeleri) görevlendirdikten sonra tekrar Asur şehrine dönerek ticari faaliyetlerini Asurdan yönetirlerdi. Tarihçi yazar Paul Kriwaczek konuyu şöyle ifade etmektedir:

Karum Kaneş ticarethaneleri nesiller boyunca gelişme kaydetmiş ve bazıları son derece zengin olmuşlardı; yani eski milyonerler. Ancak bütün bu işler sadece aile içinde yürütülmüyordu. Asur şehrinin gelişmiş bir bankacılık sistemi vardı ve bu sistem Anadolu ticaretini finanse eden sermayenin bir kısmı, sözleşme ile belirlenmiş bir kâr oranı karşılığında bağımsız spekölatörlerin yaptığı uzun vadeli yatırımlarından geliyordu. Günümüz emtia piyasasında bile eski Asurlu bir tüccarın hemen fark edemeyeceği herhangi bir şey bulunmuyor (214-215).

Asur Şehrinin Yükselişi

Karum Kaneş ticari faaliyetlerinden elde edilen zenginlik, şehrin genişlemesi için gerekli istikrar ve güvenliği sağlamış ve böylece Asur halkına imparatorluğun yükseliş temellerini atma sermayesi olmuştur. Anadolu ile yapılan ticaret, Asurlulara demircilik zanaatını mükemmelleştirebilecek ham madde sağlamada aynı derecede önemli bir konu olmuştur. Asur Ordusunun demir silahlarla donanmış olması, Ortadoğu coğrafyası tamamının fetih seferlerinde belirleyici bir etken olma avantajını sağlamıştır. Ancak, Anadolu fethinin gerçekleşmesi için siyasi ortamın değişmesi gerekiyordu.

Hurriler ve Hattiler olarak bilinen halklar Anadolu’da hâkimiyet kurmuşlardı, Kuzey Mezopotamya’da bulunan Asur şehri dönemin bu güçlü medeniyetlerin gölgesinde kalmıştır. Hattilerden başka bölgeye istikrarlı bir şekilde yerleşerek daha fazla toprak ve kaynak elde eden Amoriler olarak bilinen halklar da vardı. Asur Kralı I.Samaşi Adad (MÖ 1813-1791), Amorileri bölgeden sürmüş ve Asur Krallığı sınırlarını güvence altına alarak Asur şehrini kralığın başkenti olarak ilan etmişti. Hittitler yaklaşık olarak MÖ 1700 yılında Hattilerin bulundukları toprakları istila edip onları asimile edene kadar bölgedeki hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir.

Ancak Hititler o zamandan çok daha önceden Güneybatı’da yavaş yavaş güçlenen Babil şehri kadar endişe kaynağı değillerdi. Amoriler, Sin Muballit adlı Amorit Kralı tahta çıkana ve MÖ 1792 dolayında oğlu Kral Hammurabi (MÖ 1792-1750) Asur topraklarını ele geçirip hâkimiyet kurana kadar en az 100 yıl boyunca Babil’de büyüyen bir güç olmuşlardı. Aynı dönemde Babil’in önem kazanması, bölgede isim yapması nedeniyle Asur ile ticari faaliyetleri kontrol altına almasından dolayı Asur ve Kaneş arasındaki ticaret de sona ermişti.

Map of the Middle Assyrian Empire
Orta Assur İmparatorluğu (MÖ 1365 – 1000)
Simeon Netchev (CC BY-NC-ND)

Babil Kralı Hammurabi’nin MÖ 1750 yılında ölümünden kısa bir süre sonra Babil İmparatorluğu dağılmıştır. Asur Krallığı, çevredeki bölge üzerinde yeniden kontrol sağlamaya çalışmış ancak dönemin Asur kralları bu görevi gerektiği gibi yerine getirmede başarılı olamamışlardı. Bölgede İç Savaş çıkmış ve Asur Kralı Adasi’nın (yaklaşık MÖ 1726 -1691) saltanat dönemine kadar istikrar sağlanamamıştı. Asur Kralı Adasi, bölgeyi güvence altına almayı başarmış, halefleri de onun izlediği politikayı sürdürmüş, ancak krallık topraklarında genişleme yapamamış veya bu yönde bir işe girmek istememişlerdir.

Orta İmparatorluk

Toprakları geniş Mittani Krallığı, Doğu Anadolu topraklarından doğmuş ve MÖ 14.yüzyılına gelindiğinde Mezopotamya bölgesinde iktidara gelmiştir; Asur/Asurya toprakları da Mitanni kontrolü altına alınmıştı. Hitit Kralı I.Şuppiluliuma (MÖ 1344-1322) döneminde yapılan istila hareketleriyle Mittani krallığı yıkılmış ve Mitanni kralları yerine Hitit hükümdarlarını iktidara getirilmişti. Aynı dönemde Asur Kralı I.Eriba Adad da Mitanni sarayında (çoğunlukla Hitit) nüfuz sahibi olmuşlardı. Asurlular, özerkliklerini ilan etme fırsatını değerlendirerek krallıklarını Asurya topraklarından, daha önce Mitannilerin elinde olan bölgelere doğru genişletmeye başlamışlardı.

Hititler bu yayılma hereketine karşılık vermiş ve Kral I.Aşur-Uballit (MÖ 1353-1318), Hitit komutanları emrinde olup geriye kalan Mitanni güçlerini yenerek bölgenin önemli kısımlarını ele geçirene kadar Asurluları uzak tutmayı başarmışlardı. Asurlular yerine, kazanılan toprakları koruyan iki kral iktidara gelmiş, ancak Kral Adad Nirari I (MÖ 1307-1275) Asur İmparatorluğunu kuzey ve güney yönlerine doğru genişletmek suretiyle Hititleri bölgeden sürene ve önemli kalelerini fethedene kadar daha fazla genişleme sağlanamamıştı.

Adad Nirari I, hakkında kesin bilgi bulunan ilk Asur Kralıdır.

Kral Adad Nirari I, hakkında kesin bilgi bulunulan ilk Asur kralıdır, çünkü başarılarını anlatan ve çoğu sağlam bir şekilde günümüze ulaşan kitabeler bırakmıştır. Ayrıca, Asur kralı ile Hitit hükümdarları arasında yazılan mektuplar, Asur krallarının başlangıçta bölgedeki diğer uluslar tarafından, karşı konulamayacak kadar güçlü olduklarını kanıtlayana kadar ciddiye alınmadıkları konusunu açıkça ortaya koymaktadır. Tarihçi yazar Will Durant, Asur İmparatorluğunun yükselişi hakkında şöyle bir açıklama getirmiştir:

Şayet kanun olması, güvenliğin, ticaretin ve barışın yayılması için birçok devletin ikna veya zor yoluyla tek bir hükümetin otoritesi altına girmesinin iyi olduğu şeklindeki imparatorluk ilkesini kabul edecek olursak, o zaman Asur’a/Asurya’ya, bildiğimiz kadarıyla dünya’nın bu bölgesinin daha önce sahip olmadığı ölçüde, Batı Asya’da daha geniş bir sosyal düzen ve refah alanı kurmuş olma ayrıcalığını teslim etmemiz gerekir (270).

Stone Foundation Document of King Adad-Nirari I
I. Kral Adad-Nirari’nin taş temel belgesi
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Asur Sürgün Politikası

Asur Kralı Adad Nirari I, Mitanni topraklarını tamamen fethetmiş ve Asur İmparatorluğu döneminde standart bir politika haline gelecek uygulamayı başlatmıştı; yani, nüfusun büyük bir kısmının sürgüne gönderilmesi. Mittaniler Asur kontrolü altındayken, Kral Adad Nirari I, gelecekte olası bir ayaklanmayı önlemenin en iyi yolunun, söz konusu toprakların eski sakinlerini sürgüne gönderip yerlerine Asurluları iskân etmek olduğuna karar vermişti. Ancak bu politika, esirlere karşı zalimce bir muamele olarak anlaşılmamalıdır. Konuyla ilgili yazılan yazılar dikkate alındığında, tarihçi yazar Karen Radner şöyle yazmaktadır:

Sürgüne tabi tutulanlar, emekleri ve yenenekleri açısından Asur devleti için son derece değerli insanlardı ve yerleri değiştirilip yeniden iskân edilmeleri özenle planlanmış ve organize edilmişti. Kıtlık ve hastalıklara maruz kalıp kolayca av olan muhtaç kaçakların yolculuğunu düşünmemeliyiz: Sürgün edilenlerin hedef varış yerlerine sağlıklı bir şekilde ulaşabilmeleri için mümkün olduğunca rahat ve güvenli seyahat etmeleri gerekiyordu.

Asur imparatorluk sanatında sürgün konusu tasvir edildiğinde, erkekler, kadınlar ve çocuklar gruplar halinde, genellikle araçlar veya hayvanlar üzerinde ve asla zincirlenmemiş olarak seyahat ederlerken gösterilmektedir. Asur anlatı sanatı aşırı şiddetin açıkça gösterilmesinden kaçınmadığı için bu tasvirlerden şüphe etmek için hiçbir neden bulunmamaktadır.

Sürgün edilenler, yeteneklerine göre özenle seçilip, becerilerinden en iyi bir şekilde yararlanabilecek bölgelere gönderilirlerdi. Fethedilen halkın tamamı sürgüne gönderilmiyor ve aile üyeleri de asla birbirlerinde ayrılmıyorlardı. Asur iktidarına aktif olarak direnen nüfus kesimleri öldürülüyor veya köle olarak satılıyorlardı, ancak genel halk büyüyen imparatorluğa dâhil ediliyor ve Asurlu olarak kabul ediliyordu. Tarihçi yazar ve Sümerolog Gwendolyn Leick,

Kral Adad Nirari I hakkındaki yazılarında, hükümdarlığı döneminde refah ve istikrarı sağlama konusunda, şehirde surlar ve kanalları inşa etmek, tapınakların restorasyonunu yapmak marifetiyle iddialı inşaat projelerine başladığını yazar.

Aynı zamanda, haleflerinin de üzerine inşaa edebilecekleri imparatorluğun temellerini oluşturmuştur.

Asurluların Mitannileri ve Hititleri Fethi

Asur Kralı Adad Nirari I’in Oğlu ve halefi Kral Salmaneser I, Mitannilerin yıkılmasını tamamlamış ve kültürlerini de özümsemişti. Kral Salmaneser I, nüfusun yeri değiştirilerek yeniden iskân politikası da dâhil olmak üzere babasının izlediği politikaları sürdürmüş ve oğlu Tukulti-Ninurta I (yaklaşık MÖ 1244-1208) daha da illeri gitmiştir. Tarihçi yazar Leick’e göre, Kral Tukulti-Ninurta I

Asur topraklarını ve nüfuzunu korumak amacıyla aralıksız seferler düzenleyen en ünlü Asur krallarından biri olmuştur. Herhangi bir isyan olasılığı karşısında olağanüstü bir zulümle tepki verirdi.

Stela of Shalmaneser I
Shalmaneser I Dikilitaşı
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Fethettiği halkların bilgi ve kültürlerini sürdürmesini sağlayarak koruma konusuyla çokça ilgilenmiş ve hangi sınıftan gelen bireyin veya topluluğun hangi belirli yere yerleştireceğini seçmek üzere daha sofistike bir yöntem geliştirmişti. Örneğin, yazıcılar ve akademisyenler özenle seçilip yazılı eserlerin kataloglanmasına ve imparatorluk bürokrasisine yardımcı olabilecekleri şehir merkezlerine gönderilmişlerdir.

Okuryazar olarak, Babil şehrinin, Kassite Kralına karşı kazandığı zaferi, bu şehrin ve etkisi altındaki bölgelerin boyunduruk altına alınmasını anlatan bir destan kaleme aldırmış ve Elamlara karşı kazandığı zaferi anlatan başka bir destan da yazmıştır.

MÖ 1245 yılı dolayında Hititleri Nihriya Savaşında yenerek bölgedeki Hitit gücüne fiilen son vermiş ve Hitit medeniyeti çöküş sürecini başlatmıştı. Babil Krallık güçleri Asur/Asurya topraklarına akınlar düzenlediği zaman, Asur Kralı Tukulti-Ninurta I, Babil şehri ve kutsal tapınaklarını yağmalayarak, kralı ve halkın bir kısmını köle olarak Asur ülkesine götürerek ağır bir ceza vermişti. Yağmaladığı servetiyle, Asur şehri karşısına inşa ettirdiği ve Kar-Tukulti-Ninurta adını verdiği görkemli sarayını yenilemişti. Halkın yaygın düşüncesi kralında karşısında olduğu zaman sarayına çekilmiş gibi görünüyordu.

Babil topraklarına yaptığı saygısızlık, tanrılara karşı işlenmiş bir suç olarak görülmüş (Asurlular ve Babillilerin ortak birçok tanrı inacını paylaştıklarından), oğulları ile saray görevlileri, tanrıların mallarına el koyduğu için ona karşı isyan etmişlerdi. Muhtemelen oğullarından biri olan Asur-Nadin-Apli, onu sarayında öldürmüş ve ardından da Kral olarak tahta geçmiştir.

Tiglath Pileser I ve Yeniden Güçlenme

Asur Kralı Tukulti-Ninurta I’in ölümü ardından Asur İmparatorluğu, ne genişlediği ve ne de gerilediği bir durgunluk dönemine girmişti. Yakın Doğu’nun tamamı, MÖ 1200 yılı dolayında, Bronz Çağı Çöküşü olarak adlandırılan dönemin ardından bir “karanlık çağa” girerken, Asur ve İmparatorluğu nisbetten sağlam kalmıştı. Bölgede tamamen çöken diğer medeniyetlerin aksine, Asurlular ileriye dönük ivme kaybına yakın bir şey yaşamış gibi görünmüşlerdir. İmparatorluğun kesinlikle “durgunluk dönemi” yaşadığı söylenemez, çünkü askeri seferlere ve fetih hareketi değerine vurgu yapan kültür devam etmiştir; ancak imparatorluk ve medeniyeti, Kral Tukulti-Ninurta I dönemindeki gibi önemli bir genişleme kaydedememiştir.

Bütün bu konular, Kral Tiglat Pileser I’in tahta çıkmasıyla (dönemi MÖ 1115-1076) değişmişti. Tarihçi yazar Leick’e göre;

Kral Tiglat Pileser I, dönemin en önemli Asur krallarından biriydi; bu durumu büyük ölçüde kapsamlı askeri seferlerine, inşaat projelerine olan tutkusu ve çiviyazılı tablet koleksiyonlarına olan ilgisi nedeniyle olmuştur. Anadolu topraklarına geniş çaplı seferler düzenleyerek birçok halkı boyunduruk altına almış ve Akdeniz’e kadar uzanmıştı. Başkent Asur’da yeni bir saray inşa etmiş ve her türlü bilimsel konuda çok sayıda tablet bulunduran bir kütüphane kurmuştu. Ayrıca, Orta Asur Kanunları olarak adlandırılan bir yasal kararname yayınlamış ve ilk kraliyet yıllıklarını yazmıştı. Ayrıca, yabancı diyarlardan ve yerli ağaç ve bitkilerle dolu park ve bahçeler yaptıran ilk Asur krallarından biri olmuştur.

Babylonia under Assyrian Siege
Babil, Asur Kuşatması Altında
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Asur Kralı Tiglat Pileser I, MÖ 11.yüzyılda, düzenlediği seferleri aracılığıyla ekonomi ve orduyu canladırarak Asur İmparatorluğuna daha fazla kaynak ve kalifiye nüfus kazandırmıştı. Okuryazarlık ve sanat gelişmiş ve çiviyazılı tabletleri koruma girişimi, daha sonraki hükümdar Asurbanipal’in Ninova’daki ünlü kütüphanesi için model teşkil etmiştir. Kral Tiglat Pileser I’in ölümünden sonra oğlu Asharid-apal-ekur tahta çıkmış ve iki yıl boyunca babasının izlediği politikalardan hiçbir değişiklik yapmadan sürdürmüştü. İmparatorluğu iç savaşa sürükleyen bir gaspçı tarafından tehdit edilene kadar yerine başarılı bir şekilde hüküm süren kardeşi Ashur-bel-Kala geçmiştir.

İsyan bastırılmış ve katılanlar idam edilmiş olsa da, bu sosyal kargaşa Asur Krallığının sıkı sıkıya kontrol ettiği bazı bölgelerin serbest kalmasıyla sonuçlanmıştır. Serbest kalan bölgeler arasında, kıyı şeridinde yer alan köklü limanlar olması nedeniyle imparatorluk için özellikle önemli olan Eber Nari (günümüzde Suriye, Lübnan ve İsrail) bölgesi de vardı. Aramiler Eber Nari bölgesini ele geçirmiş ve bu bölgeden imparatorluğun diğer alanlarına akınlar düzenlemeyi başlamışlardı. Aynı dönemde, Babil ve Mari şehri Amorileri de güçlerini toplayarak imparatorluğun hâkimiyetini kırmaya çalışmışlardı.

Kral Ashur-bel-Kala’dan sonra gelen krallar (aralarında Shalmeneser II ve Tiglat Pileser II de vardı) imparatorluk merkezini Asur çevresinde tutmaya başlamışlardı, ancak Eber Nari bölgesini geri almada veya Aramileri ve Amorileri sınırları dışına tamamen sürmede başarısız olmuşlardı. Dışarıdan gelerek tekrarlanan saldırılar ve içeriden çıkan isyanlar nedeniyle imparatorluk sürekli küçülmüş, orduyu yeniden canlandıraracak güçlü bir kralın olmaması nedeniyle Asurya, imparatorluğun sahip olduğu her şeyi sadece bir arada tutabildiği, ancak başka hiçbir şey yapmadığı bir durgunluk dönemine girmişti.

Yeni Asur İmparatorluğu

Geç İmparatorluk (Yeni Asur İmparatorluğu), Asur imparatorluğunun en geniş yayılma gösterdiği dönem olması nedeniyle Antik Dönem Tarih öğrencilerinin en çok aşina oldukları dönemdir. Aynı zamanda Asur İmparatorluğuna acımasızlık ve gaddarlık ünvanını kazandıran en belirgin dönemdir. Tarihçi yazar Kriweczek bu konuda şöyle yazmaktadır:

Asur imparatorluğu, tarihte herhangi bir devletin sahip olabileceği en kötü basın duyurusuna sahip olmuş olmalı. Antik Babil belkide yolsuzluk, yozlaşma ve günahın işlendiği şehrin başka bir takma adı olmuştur; Salmaneser, Tiglat-Pileser, Sanherib, Esarhaddon ve Asurbanipal gibi korkunç isimleri olan yöneticileri, halkın gözünde zulüm, şiddet ve vahşilik konusunda düzenlenebilecek listede Adolf Hitler ve Cengiz Han’ın hemen altında yer alırlar.

Bu ünlerine askeri tarihçi Simon Anglim ve diğer tarihçiler de dikkat çekmektedirler. Tarihçi yazar Anglim şöyle bir açıklama getirmiştir:

Tarihçiler benzetmelerden kaçınma eğiliminde olsalar da, MÖ 900-612 yılları arasında Ortadoğu’ya egemen Asur İmparatorluğunu, Nazi Almanyasının icraatları açısından bir bakıma tarihsel atası olarak görmek mümkündür: Muhteşem ve başarılı bir savaş makinesi gücüyle desteklenen saldırgan, ölümcül derecede intikamcı bir rejim olması. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunun olduğu gibi, Asur ordusu da dönemin teknolojik ve doktrinsel olarak en gelişmiş ordusuydu ve sonraki nesiller için bir model teşkil etmiştir. Asurlular, demir silahları yaygın olarak kullanabilen ilk topluluk olmuşlardı ve demir silahlar, bronzdan üstün olmakla kalmıyor, aynı zamanda seri üretim de yapılıyordu ve bu durum gerçekten çok büyük orduların donatılmasına olanak sağlıyordu.

Assyrian Siege
Asur Kuşatması
Jan van der Crabben (CC BY-NC-SA)

Asurluların kararlı ve acımasız askeri taktikleriyle ün salmış olmaları anlaşılır bir durum olsa da, Nazi rejimiyle karşılaştırma yapmak doğrusu çok da anlaşılır bir konu olmasa gerek. Çünkü Nazilerin aksine, Asurlular, fethedip yerleştikleri toprakların halklarına iyi davranıyorlardı (yukarıda da değinildiği gibi) ve merkezi otoriteye boyun eğdikleri zaman onları Asurlu olarak kabul ediyorlardı. Asur politikasında “üstün ırk” diye bir kavram yoktu; ister Asur kültürüne asimile olmuş olsun veya Asurlu olarak doğmuş olsun, herkes imparatorluk için bir kazanç olarak görülüyordu.

Tarihçi Kriwaczek şöyle ifade eder: “Aslında Asur savaşları, diğer çağdaş devletlerin savaşlarından daha vahşi değillerdi. Asurlular da, yolları üzerinde çarmıha gerilerek acılar içinde ölüme terk edilen binlerce kurbanla dolu bırakan Romalılardan belirgin bir şekilde daha az zalim değillerdi”.

Dolayısıyla, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Almanya ile Asurlular arasındaki tek adil karşılaştırma, ordularının etkinliği ve büyüklüğü konusudur ve aynı karşılaştırma Antik Roma için de yapılabilir.

Kral Adad Nirari II’nin (912-891 BCE) Yükselişi Asur’un ihtiyaç duyduğu canlanmayı getirmiştir.

Ancak bu devasa ordular, MÖ 10.yüzyılda Yeni Asur İmparatorluğunun ilk kralı iktidara geldiği zaman da bile geleceğe yönelik ordular olmuşlardı. Asur Kralı Adad Nirari II’nin (MÖ 912-891) yükselişi Asurya’nın ihtiyaç duyduğu canlanmayı getirmiştir. Adad Nirari II, Eber Nari bölgesi de dâhil olmak üzere kaybedilen bütün toprakları geri almış ve sınırları güvence altına almıştı.

Savaşta yenilen Aramiler infaz edilmiş veya Asur/Asurya kalbindeki bölgelere sürülmüşlerdi. Babil şehri de fethedilmiş, ancak geçmişin hatalarından ders alınarak şehrin yağmalanması reddedilmiş ve bunun yerine kral ile bir barış antlaşması imzalanmıştı. Bu Anlaşmaya göre, birbirlerine kız alıp vermiş ve karşılıklı sadakat yemini etmişlerdi. Anlaşmaları sonucunda, Babil şehri, sonraki 80 yıl boyunca kalıcı bir sorun olmaktan çıkıp güçlü bir müttefik olarak güvence altına alınmıştır.

Askeri Genişleme ve Tanrı Kavramının Yeniden Düzenlenmesi

Asur Kralı Adad Nirari II’den sonra gelen krallar aynı politikaları izlemiş ve askeri genişlemeyi sürdürmüşlerdi. Kral Tukulti Ninurta II (MÖ 891-884) imparatorluk topraklarını Kuzeye doğru genişletmiş ve Anadolu’nun Güneyine doğru daha fazla toprak kazanmıştı. Asurnasirpal II (MÖ 884-859) ise Levant bölgesi üzerinde hâkimiyetini pekiştirmiş ve Asur egemenliğini Kenan bölgesine kadar genişletmişti. En yaygın yöntemi ise, şehre acımasız bir saldırıyla başlayan kuşatma savaşı olmuştur. Tarihçi Simon Anglim şöyle bir açıklama getirmiştir:

Asur ordusu daha çok kuşatma savaşlarında başarılı olmuş ve muhtemelen ayrı bir mühendis birliği çalıştıran ilk ordu olmuştur. Saldırı harekâtı, Yakın Doğu’nun ağır tahkimli şehirlerine karşı temel taktikler şeklinde olmuştu. Düşman surlarını aşmak üzere çok çeşitli yöntemler geliştirilmişti: Duvarları baltalamak veya tahta kapıların altında ateş yakmak amacıyla istihkâm sınıfı görevlendirilmiş, rampalar inşa edilerek askerlerin surların üzerinden geçmesi veya surların çok kalın olmayan üst kısmından gedik açılması sağlanmıştır.

Hareketli merdivenler, saldırgan güçlerin hendekleri aşmasını veya savunmada herhangi bir noktaya hızla saldırmasını sağlamıştır. Bu operasyolar, piyadelerin çekirdeğini oluşturan okçu sınıflarınca desteklenmişti. Ancak, Asur kuşatma seri harekâtı gurur kaynağı motorları olmuştur. Bu motorlar, dört tekerlekli, tepede bir taret ve tabanda bir, bazen de iki koçbaşı bulunan çok katmanlı ahşap kuleler şeklinde olmuşlardır.

Colossal Statue of a Winged Lion from the North-West Palace of Ashurnasirpal II
Asurnasirpal II’nin Kuzeybatı Sarayında Devasa Kanatlı Aslan Heykeli
Trustees of the British Museum (Copyright)

Askeri teknolojideki ilerleme, Asurluların tek ve birincil katkıları değildi; aynı dönemde, Sümerlerin temelleri üzerine inşa edilerek ve fethedilip asimile edilenlerin bilgi ve yeteneklerinden yararlalanılarak tıp alanında da önemli ilerlemeler kaydetmişlerdi. Asurnasirpal II, imparatorlukta ilk sistematik bitki ve hayvan listesini düzenlemiş ve yeni buluntuları keydetmek amacıyla seferleri sırasında kâtipler görevlendirmişti. İmparatorluk genelinde okullar inşa edilmiş, ancak bu okullar yalnızca zengin ve soylu ailelerin çocuklarin için açılmış okullardı.

Kadınlar, daha önce Mezopotamya’da neredeyse eşit haklara sahip olsalar da, okula gitmelerine veya yetkili makamlarda bulunmalarına izin verilmiyordu. Kadın haklarındaki gerileme, Asur/Asurya tek tanrıcılığının yükselişe geçmesiyle bağlantılıdır. Asur orduları ülke çapında seferler düzenlerken, tanrıları Aşur da onlarla birlikte gidiyordu. Ancak, tanrı Aşur daha önce şehrin tapınağıyla bağlantılı olduğundan ve sadece tapınakta ibadet edildiğinden dolayı, bu ibadeti başka yerlerde de sürdürebilmek üzere tanrıyı yeniden hayal etmenin yeni bir yolu gerekli hale gelmişti. Tarihçi Kriwaczek bu konuda şöyle yazmıştır:

Kişi tanrı Aşur’a yalnızca kendi şehir tapınağında değil, herhangi bir yerde de dua edip ibadet edebilirdi. Asur İmparatorluğu sınırlarında genişleme oldukça, tanrı Aşur’a en ucra yerlerde bile rastlanır olmuştu. Her yerde hazır ve nazır tanrıya inançtan tek bir tanrıya inanmaya geçiş uzun bir süreç olmamıştır. Tanrı artık her yerde olduğu için, insanlar bir bakıma yerel tanrılarının tanrı Aşur’un farklı tezahürleri oldukları şeklinde anlamaya başlamışlardı.

Yüce bir tanrıya dair bu vizyon birliği, imaparatorluk bölgelerinin daha da birleşmesine yardımcı olmuştu. Fethedilen halkların farklı tanrıları ve çeşitli dini uygulamaları, geçmişte farklı insan toplukları tarafından farklı isimlerle anılan, ancak artık evrensel tanrı olarak açıkça bilinen ve uygun bir şekilde ibadet edilen tek gerçek tanrı olarak kabul edilen tanrı Aşur’a ibadet edilmesine dâhil edilmişti. Bu konuda tarihçi yazar Kriwaczek şöyle bir açıklama getirmiştir:

İlahi olanın içkinliğinden daha ziyade aşkınlığına olan inancın önemli sonuçları olmuştur. Doğa kutsallıktan çıkarılmış ve kutsal olmaktan uzaklaştırılmıştı. Tanrılar doğanın dışında ve üstünde bir yerde olduklarından, Mezopotamya inancına göre tanrıların suretinde ve tanrılara hizmetkâr olarak yaratılan insanlık da doğanın dışında ve üstünde olmalıdır. İnsan ırkı, doğal dünyanın ayrılmaz bir parçası olmak yerine, artık onun üstünde bir yerde ve yöneticisi oluyordu.

Bu yeni tutum daha sonra Kutsal Kitap; Tekvin 1:26’da şöyle özetlenmiştir: Tanrı dedi ki; “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım. Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, yeryüzünün tümüne ve yeryüzünde sürünen ve sürüngen olarak yaratılan bütün canlılara egemen olsun”.

Bu durum, söz konusu pasajda vurgulandığı şekliyle, erkekler açısından gayet iyi bir durum olmuş, ancak, kadınlar açısında aşılmaz bir zorluk teşkil etmiştir. Erkekler, kendilerini ve birbirlerini doğanın dışında, üstünde bir yerde ve üstün olduklarına inandırabilirlerken, kadınlar ise kendilerini ve birbirlerini böylesi uzak olabilecek bir durumda konumlandıramazlar çünkü fizyolojileri gereği açıkça ve apaçık bir şekilde doğal dünyanının bir parçası olarak kabul edilmektedirler. Bugün bile Tanrı’nın mutlak aşkınlığına ve O’nun gerçekliğini hayal etmenin bile imkânsızlığına en çok vurgu yapan dinlerin, kadınları varoluşun daha alt bir basamağına itmesi, kamusal dini ibadetlerine katılmalarına gönülsüzce izin vermesi, hatta hiç izin vermemesi bir tesadüf değildir.

İmparatorluğun, MÖ 9.yüzyılda, genişleme kaydetmesi, tanrı anlayışının değişmesi ve fethedilen bölgelerdeki insanların asimile olmasıyla birlikte Asur kültürü giderek daha tutarlı hale gelmişti. Kral Salmanser III (MÖ 859-824), imparatorluğu Akdeniz kıyılarına kadar genişletmiş, zengin Fenike şehirleri Sur ve Sayda’dan haraç alırdı. Ayrıca, uzun süreden beri Asurlular için ciddi bir sıkıntı kaynağı olan Urartu Ermeni Krallığını da yenmişti. Ancak, onun saltanatı dönemi ardından, Kral Shamshi Adad V’ın (MÖ 824-811) kontrol sağlamak amacıyla kardeşiyle mücadele etmesi nedeniyle imparatorlukta bir iç savaş patlak vermişti. İsyan bastırılmış olsa da, imparatorluğun genişlemesi Kral Salmanser III döneminden sonra durmuştur.

Şammuramat veya Şamiram, Semiramis (sonraki gelenekte Asurluların mitolojik tanrıça-kraliçesi Semiramis olarak bilinir) MÖ 811-806 yılları arasında küçük oğlu Kral Adad Nirari III adına krallık tahtını yönetmiş, bu dönemde imaparatorluk sınırlarını güvence altına almış, Medleri ve Kuzeyde bulunan diğer sorunlu halkları bastırmak amacıyla başarılı seferler düzenlemiştir.

Oğlu reşit yaşına geldiği zaman, ona istikrarlı ve büyük bir imparatorluk devretmiş, Kral Adad Nirari III imparatorluk topraklarını daha da genişletmişti. Ancak, onun salatanat döneminden sonra, halefleri başkalarına güvenmeyi tercih etmiş ve imparatorluk yeni bir durgunluk dönemine girmişti. Bu durum, özellikle Aşur Dan III ve Aşur Nirari V gibi kralların yönetimi döneminde zayıflayan ordu için olumsuz olmuştur.

KRAL TİGLAT PİLESER III (MÖ 745-727) ORDUDA YENİDEN DÜZENLEME YAPMIŞ VE HÜKÜMET BÜROKRASİSİNİ YENİDEN DÜZENLEMİŞTİ.

Yeni Asur İmparatorluğu Büyük Kralları

Asur Kralı Tiglat Pileser III (MÖ 745-727) MÖ 8.yüzyılda, orduyu yeniden düzenlemiş, hükümet bürokrasisini yeniden yapılandırmış ve imparatorluğu yeniden canlandırmıştı. Tarihçi Anglim’e göre, Kral Tiglat Pileser III “orduda kapsamlı reformları yapmış, imparatorluk üzerinde merkezi bir kontrolü yeniden sağlamış, Akdeniz kıyılarını yeniden fethetmiş ve hatta Babil’i de boyunduruk altına almıştı. Askerlik hizmetinde mecburi görev yerine, her eyalete uygulanan bir insan gücü vergisi uygulamasını getirmiş ve ayrıca vasal devletlerden askeri birlik talep etmişti” .

Asur hükümdarlarını yine de rahatsız eden Urartu Krallığını yenmiş ve Suriye bölgesini de boyunduruk altına almıştı. Kral Tiglat Pileder III’ün hükümdarlığı döneminde Asur ordusu, o zamana kadar tarihin en etkili askeri gücü haline gelmiş, gelecek dönemlerde teşkil dedilecek ordular için örgütlenme, taktik, eğitim ve verimlilik açısından bir model oluşturmuştur.

Kral Tiglath Pileser III’ün ardından, kralın izlediği politikaları sürdüren Kral Salmaneser V (MÖ 727-722) iktidara gelmiş ve halefi Sargon II (MÖ 722-705) bu politikaları geliştirerek imparatorluğu daha da genişletmiştir. Soylular sınıfı, Sargon II’nin, iktidar tahtını yasadışı yollarla ele geçirdiğini iddia etseler de, imparatorluk bütününü korumuştur. Kral Tiglath Pileser III liderliğini izleyen Sargon II, imparatorluğu en yüksek noktasına ulaştırmayı başarmış ve MÖ 714 yılında düzenlenen meşhur seferinde Urartu Krallığını kesin bir yenilgiye uğratmıştı.

Ölümünden sonra oğlu Sanherib (MÖ 705-681) kral olarak tahta geçmişti. Kral Sanherib, İsrail, Yahuda ve Anadaolu’da Yunan vilayetlerini fethederek geniş çaplı ve acımasız bir sefer düzenlemişti. Küdüs şehrinde yağmalama yapma olayı, MS 1830 yılında Britanyalı Albay Taylor’un keşfettiği ve Kral Sanherib’in askeri başarılarının anlatıldığı çiviyazılı bir blok olan “Taylor Prizmasında” ayrıntılı olarak anlatılır. Bu blokta kralın 46 şehri ele geçirdiği ve Kudüs halkını alt edene kadar şehrin içinde hapsettiği iddia edilir.

Ancak, anlatısı, Kutsal Kitap, Krallar II Kitabı, 18-19 bölümlerinde anlatılan olaylar versiyonuyla çelişmektedir. Kutsal Kitap yorumunda Kudüs şehrinin ilahi bir müdahale sonucunda kurtarıldığı ve Kral Sanherib ordusunun savaş alanından sürüldüğü iddia edilmektedir. Diğer yandan da, Kutsal Kitapta yer alan anlatı, Asurluların bölgeyi fethetmeleri konusunu da içermektedir.

King Tiglath Pileser III Holds a Bow
Kral Tiglath Pileser III Yay Kullanıyor
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Asur Kralı Sanherib’in askeri zaferleri imparatorluğun zenginliğini artırmıştır. Asur başkentini Ninova’ya taşımış ve “Rakipsiz Saray” olarak bilinen sarayı inşa etmiştir. Şehrin orijinal yapısını geliştirip güzelleştirmiş, meyve bahçeleri düzenlemiş ve bostanlar dikmiştir. Tarihçi yazar Christopher Scarre şöyle bir açıklama getirmektedir:

Kral Sanherib sarayı, büyük bir Asur ikametgâhının olağan bütün donanımlarını kapsıyordu: devasa koruyucu figürler ve etkileyici bir şekilde oyulmuş taş kabartmalar (71 oda, 2000’den fazla heykel levha). Bahçeleri de olağanüstü olmuştu. İngiliz Asurolog Stepanie Dalley’in son araştırma çalışması, bu bahçelerin Antik Dünyanın Yedi Harikasından biri olan ünlü Babil Asma Bahçeleri olabileceklerini öne sürmüştür. Daha sonraki yazarlar Asma Bahçelerini Babil’e yerleştirmiş olmalılar, ancak yapılan kapsamlı araştırmalarda bu bahçelere dair hiçbir ize rastlanamamıştır. Kral Sanherib’in Ninova’da yarattığı saray bahçeleri hakkındaki gururlu anlatımı, birçok önemli ayrıntıda Asma Bahçeleri ile ilgili anlatımla örtüşmektedir .

Ancak, geçmişin derslerini görmezden gelen ve şehrin büyük zenginliği ve lüksüyle yetinmeyen Kral Sanherib, ordusunu Babil üzerine sürmüş, şehri ve tapınaklarını yağmalamıştı. Tarihin daha önceki dönemlerinde olduğu gibi, Babil tapınaklarının yağmalanıp yıkılması, bölge halkı öfkesini ve tanrıların gazabını yatıştırmak üzere Ninova’daki sarayında Kral Sanherib’i öldüren oğulları tarafından en büyük küfür olarak görülmüştür.

Taht için babalarını öldürmeye kesinlikle motive olmuş olsalar da, (babaları MÖ 683’te en küçük oğlu Esarhaddon’u varis olarak seçip diğerlerini görmezden geldikten sonra) , bunu yapmaları için meşru bir nedene ihtiyaçları vardı ve Babil’in yıkım olayı onlara bu nedeni sağlamıştır.

ESARHADDON (MÖ 681-669) MISIR’I BAŞARIYLA FETHETMİŞ VE İMPARATORLUĞUN SINIRLARINI KUZEYDE ZAGROS DAĞLARINA KADAR GENİŞLETMİŞTİ.

Kral Sanherib’in oğlu Esarhaddon (MÖ 681-669) kral olarak tatha geçmiş ve ilk projelerinden biri Babil şehrini yeniden inşa etmek olmuştur. Şehirde varolan kötülük ve İlahi olana saygısızlığı nedeniyle Babil şehrinin tanrıların iradesiyle yıkıldığını iddia eden resmi bir bildiri yayınlamıştır.

Bildiride Kral Sanherib’den veya şehrin yıkımındaki rolünden hiç bahsedilmiyor, ancak tanrıların Esarhaddon’u yeniden inşa için İlahi bir aracı olarak seçtikleri açıkça belirtiliyor: “Önceki bir hükümdarın saltanatı sırasında bir zamanlar kötü alemetler yaşanmıştı. Şehir tanrılarına hakaret edilmiş ve onların emriyle şehir yok edilmiştir. Her şeyi olması gereken yere geri getirmek, öfkelerini yatıştırmak ve hiddetlerini dindirmek üzere tanrılar beni, yani Esarhaddonu Kral olarak seçmişlerdir.”

İmparatorluk, Esharddon hükümdarlığı döneminde gelişme kaydetmişti. Mısır ülkesini başarıyla fethetmiş (Kral Sanherib’in deneyip başaramadığı) ve imparatorluk sınırlarını Kuzeyde Zagros dağlarına (günümüzde İran) ve güneyde Nubia’ya (günümüzde Sudan) kadar genişletmişti; Levant bölgesi (günümüzde Lübnan) batıdan doğuya ve Anadolu’ya (Türkiye) kadar uzanıyurdu. Başarılı seferleri ve hükümetin titizlikle yönetim faaliyetlerini yörütmesi, tıp, okumayazma, matematik, astronomi, mimarlık ve sanat alanlarında ilerleme kaydetmek üzere istikrar sağlanmıştı. Tarihçi Duran şöyle ifade etmektedir:

Asur/Asurya, sanat alanında, öğretmeni Babil’e denk düzye gelmiş ve kabartma sanatında onu geçmişti. Asur, Kalakh ve Ninova şehirlerine akan servetin teşvikiyle sanatçılar, zanaatkârlar, soylular ve soylu eşleri, krallar, saraylar, rahipler ve tapınaklar için her türden mücevher üretmeye başlamışlardı. Üretilen bu ürünler, Balawat’ta bulunan büyük kapılar üzerinde olduğu gibi ustalıkla tasarlanmış ve incelikle işlenmiş dökme metalden yapılmışlardı. Zengin oymalı ve pahalı ahşaplardan yapılmış, metal ile güçlendirilmiş, altın, gümüş, bronz veya değerli taşlarla işlenmiş lüks mobilyalardı.

Kral Esarhaddon’un annesi Zakutu (Naqia-Zakutu olarak da bilinir), barışı sağlamak üzere Persler ve Medler ile halefine önceden boyun eğmelerini gerektiren vasal antlaşmalar imzalanmıştı. Naqia-Zakutu Sadakat Antlaşması olarak bilinen bu Antlaşma, Kral Esarhaddon’un Nubiyalılara karşı sefere hazırlandığı sırada ölmesi ve yönetiminin son büyük Asur kralı Asurbanipal’e (MÖ 668-627) geçmesi üzerine iktidarın kolayca el değiştirmesini sağlamıştı.

Kral Asurbanipal, Asur hükümdarları arasında en okuryazar olanıydı ve günümüzde en çok Ninova’daki sarayı için kitap toplayıp kurduğu büyük kütüphanesiyle tanınmaktadır.

Kral Asurbanipal, sanat ve kültürün büyük destekçisi olmasına rağmen, imparatorluğu güvence altına alma ve düşmanlarını sindirme konusunda selefleri kadar acımasız olabilmiştir. Tarihçi yazar Kriwaczek şöyle yazmaktadır:

Başka hangi emperyalist, Kral Asurbanipal gibi, kendisi ve karısının saray bahçelerinden ziyafet çektiğini gösteren bir heykel siparişi yapabilirdi? Elam kralının kesilmiş başı ve kopmuş eli, her iki tarafta dikili ağaçlar üzerinde yer alıp dehşetle düzenlenmiş Noel süslemeleri veya sarkan garip meyveler gibi sallandıralabilirdi? (208)

Ashurbanipal II
Asurbanipal II
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Elamlıları kesin bir yenilgiye uğratmış, imparatorluk topraklarını doğuya ve kuzeye doğru genişletmişti. Geçmişi korumanın önemini farka ederek, kontrolü altındaki topraklardaki her bir yerleşim yerine elçi göndererek, gidilen şehir veya kasabanın kitaplarını almaları veya kopyalamalar ve hepsinin kraliyet kütüphanesi için Ninova’ya getirmeleri emrini vermişti.

Asur Kralı Asurbanipal, imparatorluğu 42 yıl boyunca yönetmiş ve bu süre zarfında başarılı seferler düzenleyip etkili bir şekilde yönetmiştir. Ancak, imparatorluk toprakları çok büyümüş ve kontrol altındaki bölgeler aşırı vergilendirilmişti. Dahası, Asur topraklarının genişiliği, sınırları savunmayı zorlaştırıyordu. Ordu ne kadar kalabalık olsa da, her bir önemli kale veya karakolda garnizon bulundurmaya yetecek kadar asker yoktu.

Kral Asurbanipal, MÖ 627 yılında ölmesinden sonra imparatorluk dağılmaya başlamıştı. Halefleri Asur-etli –ilani ve Sin-şar-işkun imparatorluk topraklarını bir arada tutamamış ve egemenlik altındaki bölgeler birbirlerinden ayrılmaya başlamışlardı. Asur vatandaşı olmanın sağladığı bütün imkân ve lükslere rağmen, Asur İmparatorluk yönetimi uygulamaları, kendi tebaasınca aşırı sert olarak görülmüş ve eski vasal devletleri ayaklanmışlardı.

BABİLLİLER, PERSLER VE İSKİTLERDEN OLUŞAN BİR KOALİSYON, MÖ 612 YILINDA, NİNOVA’YI YAĞMALAMIŞ VE YAKMIŞTI.

Babilliler, Persler ve İskitlerden oluşan bir koalsiyon gücü, MÖ 612 yılında, Ninova’yı yağmalayıp yakmıştı. Sarayın yakılması, alevler içinde kalan duvarların Asurbanipal Kütüphanesi üzerine yıkılmasına yol açmış, her ne kadar bu yıkım sonucunda meydana gelen durum amaçlanandan uzak olsa da, kil tablet kitapların sertleşmesine, toprağın altına gömülü kalmasına neden olmuş, büyük kütüphaneyi ve Asur tarihini de böylece koruma altına almıştır.

Tarihçi yazar Kriwaczek bu konuda şöyle yazmaktadır: “Böylece Asur İmparatorluğu düşmanları, Kral Asurbanipal’in ölümünden sadece 15 yıl sonra, MÖ 612 yılında, Asur ve Ninova’yı yerle bir ettikleri zaman aslında amaçlarına ulaşmamışlardır: Asur’un tarihteki yerinin silinmesi”.

Yine de, büyük Asur şehirlerinin yıkımı o kadar kapsamlı olmuştur ki, imparatorluğun çöküşünden sonraki iki nesilde hiç kimse şehirlerin yerlerinin nerede olduğunu bilmiyordu. Ninova şehir kalıntıları kumların altında kalmış ve sonraki 2000 yıl boyunca toprak altında varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Asur/Asurya Mirası

Mezopotamya topraklarının tamamını “Asur/Asurya” olarak kabul eden Yunan tarihçi Heredot sayesinde, bilim insanları Asur kültürü varlığını uzun zamandan beri biliyorlardı (MS 19.yüzyıla kadar bilim dünyasında bilinmeyen Sümerler’e kıyasla). Mezopotamya konusunda yapılan arştırmalar, nisbeten yakın zamana kadar geleneksel olarak Asuroloji olarak biliniyordu (gerçi bu terim hala kullanılıyor), çünkü Asurlular, Yunan ve Roma yazarlarının birincil kaynakları sayesinde çok iyi bilinir olmuşlardı.

Asurlular, imaparatorluklarının genişlemesiyle Mezopotamya kültürünü dünyanın diğer bölgelerine yaymış ve bu yayılma günümüze kadar dünya çapında diğer kültürleri etkilemiştir. Tarihçi yazar Will Durant bu konuda şöyle yazmaktadır:

Asurluların Babil şehri fethleri, kadim şehrin kültürünü benimsemeleri ve bu kültürü geniş imparatorluk topraklarına yaymaları; Yahudilerin uzun süre esareti, Babil yaşamı tarzı ve düşüncesi üzerlerindeki büyük etkisi; Babil ile yükselen İyonya, Küçük Asya ve Yunan şehirleri arasında iletişim ve ticaret yollarını benzeri görülmemiş bir bolluk ve özgürlükle açan Pers ve Yunan fetihleri sayesinde – bu yollar ve diğer başka birçok yollarla – Nehirler Arası Topraklar medeniyeti, insan ırkı kültürel mirasına aktarılmıştır. Sonunda hiçbir şey kaybolmaz; iyi ya da kötü, her bir olayın sonsuza dek etkileri sürmeye devam etmektedir.

Asur Kraıl Tighlat Pileser III, imparatorluğun ortak dili olarak Akadca’nın yerine Aramice’ye karar kılmış ve Aramice yazılı bir dil olarak varlığını sürdürdükçe, daha sonraki bilim insanlarının Akadca ve ardından da Sümerce yazıları çözebilmelerine olanak tanımıştır. Asurluların Mezopotamya’yı fetihleri ve İmparatorluk topraklarının Ortadoğu’ya doğru yayılması, Aramice’nin İsrail kadar yakın ve Yunanistan kadar uzak bölgelere taşınmasına yol açmıştır.

Asur İmparatorluğunun gerilemesi ve parçalanmasının ardından Babil, MÖ 605-549 yılları arasında bölgede üstünlük sağlamıştı. Babil, daha sonra, Kral Büyük Kiros önderliğinde Perslerin eline geçmiştir. Büyük Kiros, Ahameniş İmparatorluğunu (MÖ 549-330) kurmuştu. Bu imparatorluk toprakları Yunan Antik Makedonya Kralı Büyük İskender’in eline geçmiş ve Büyük İskender’in ölümünden sonra Helenistik Selevkos İmparatorluğunun bir parçası olmuştu.

Mezopotamya’nın günümüzde Irak, Suriye ve Türkiye’nin bir bölümünü kapsayan bölgesi, o dönemde Asur olarak biliniyordu. Bir Pers Hanedanlığı olan Partlar, Selevkosları bölgeden kovdukları zaman, bölgenin Batı kısımları, eskiden Eher Nari ve daha sonra Aramia olarak bilinen bölge olup Suriye adını almıştır. Partlar bölgenin kontrolünü ellerine geçirmiş ve MS 116 yılında Roma’nın gelmesine kadar bölgeyi ellerinde tutmulşlardı. Ardından Sasani İmparatorluğu, MS 226-650 yılları arasında bölgede hâkimiyet sürdürmüş, İslam’ın yükselişi ve MS 7.yüzyılda Arap fetihlerinden sonra Asurlular, ulusal bir varlık olarak, hayatta kalma olanaklarını kaybetmişlerdi.

Ancak, Asur yönetiminin en büyük başarılarından biri, Kralı Tighlat Pilser III’ün fethettiği Suriye bölgesine ithal ettiği Aramice alfabesi olmuştur. Metinler Aramice’de, Akad dilinden daha kolay yazılıyordu ve bu nedenden dolayı Kral Asurbanipal gibi krallar, topladıkları eski belgeleri Akadca’dan Arami diline çevirdikleri için, düzenlenen yeni belgeler Aramice yazılmış olup bu dönemde Akadca gözardı edilmiştir. Sonuç itibariyle, binlerce yıllık tarih ve kültür gelecek nesillere sunulmak üzere korunmuş ve söz konusu bu koruma işi Asurya’nın/Asur’un en büyük mirası olmuştur.

Kaynak

Daha Fazla Göster

Umay

Merhaba ben Umay. Sizlere elimden geldiğince faydalı bilgiler ve içerikler sunmak hedefim. Sevgi ve saygılar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu