Yuğ (Yü)
Yuğ, Türk ve Altay halk kültüründe derin bir anlam taşıyan bir ritüeldir. Bu tören, ölen bir kişinin ardından gerçekleştirilen bir cenaze ritüelidir ve genellikle bir cenaze yemeğiyle de ilişkilidir. Ancak, sadece bir yemek değil, daha geniş bir anlamı vardır. Yuğ, sadece bir ağıtın okunmasını değil, aynı zamanda yapılan tüm töreni ifade eder. Bu ritüel, toplumun ölen bir üyesine olan saygısını ve onun geçişini onurlandırma çabasını yansıtır.
1. Ağıt (Ağu), 2. Sığıt (Sagu), 3. Yığut (Yuğu) sözcükleri mersiye, ölünün arkasından okunan yas şiiri demektir.
Yuğ Törenleri
Cenaze merasimlerinde Ağu, Sagu veya Yuğu adı verilen ezgili koşuklar okunur. Bunların hepside ölünün arkasından yaşanan yas sürecindeki acıyı dışavurma ile ilgilidir ve benzer anlamlar içerir. İslam dini yas sürecinin uzatılmasını ve kendine zarar verecek şekilde dövünmeyi yasaklamıştır.
Cenaze merasimleri yeryüzündeki tüm kültürlerde büyük öneme sahiptir, çünkü bilinmeyen bir diyara yapılan bu yolculuk her zaman gizemini korumuştur. Türk cenazelerinde ölü bir çadıra konur ve at, sığır veya koyun kurban edilirdi.
Daha sonra atlarla çadırın çevresinde dokuz kez dolaşılırdı. Böylece ölünün ruhunun gökyüzüne çıkacağına inanılırdı. Ölü gömüldükten sonra da mezarının başında heykelcikler dikilir ve öldürdüğü düşman sayısı kadar taş konulurdu. Bu taşlara da “balbal” adı verilirdi.
Eski yas törenlerine özel olarak dâvet edilen “Yuğçular” (Ağıtçılar), kopuz çalar hattâ dans ederlerdi. Bu törenlerde ağıt söylemenin yanısıra, yüz yırtmak, saç yolmak, başa kül dökmek ve beyazlan soyunup siyah giysiler giymek de geleneğin içerisinde yer alırdı. Bazı yerlerde “ölü aşı” vermek de gelenektir. Divan-ı Lügat-it Türk’de bu yemeğe “Yuğ Besen” demiştir. Bu uygulama, Uygurlarda “Üzüt Aşı” adıyla bilinen ziyaretin aynısıdır.
Ölüm (Ülim)
Ölüm (Ülim) – Bir varlığın canlılığını yitirmesi. Vefat. Ruhun, bulunduğu bedeni dönmemek üzere terketmesi şeklinde açıklanır. Türklerde ruhun insan bedenini uyku halindeyken ya da hastayken de terkettiği düşünülürdü. Eski Türkler ölümün bir son olmadığına, ölümden sonra yaşama ve ahirete inanırlardı. Sonbahar ise doğanın ölümü demektir.
Ölüm bilinmezlik ve gizemdir. Öteki dünya insan zihnini daima meşgul eden soru işaretleri içerir. Türklerde ölümle ilgili pek çok gelenek vardır. Örneğin ölen birinin ardından yas tutulurken, ölünün kıyafetleri ortaya yığılır ve fakir fukara bunlardan istediğini alır. Bu kıyafet yığınına soyha adı verilir. (Öl/Ül) kökü, cansızlık anlamı içerir. Herhangi bir varlıkta canlılığın sona ermesi demektir.
Çövenç
Çövenç – Türk halk inancında ölünün ardından dağıtılan helvadır. Sağlamlığın ve diriliğin kaynağı sayılan, bir tür yiyecek. Kaostan evrene geçişi sembolize eder. Çöven kökü (helvacıotu) ile bağlantılı bir sözcüktür. Helva Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir.
Ölünün ardından helva yapılması, ateş, su ve un (tarımı ve toprağı simgeler) gibi temel unsurların bir araya gelmesini, ölümden sonra yeniden dirilişi (yemek canlılık demektir) ifâde eder. Çöven helvayı beyazlatmak için kullanılan bir bitkidir ve Çövenç sözcüğü buradan türemiştir.
Kökeni çok eski çağlara kadar uzanan ölünün ardından helva yapma geleneği yüzeysel gibi görünse de çok derin anlamları olan bir uygulamadır. Herşeyden önce böyle bir geleneğin sürdürülmesi bile karmaşa karşısında bir düzeni yeniden sağlamayı ifâde eder.
Gelenek zaten (içeriği insani değerlere uygun olduğunda ve doğru uygulandığında) aslında düzen demektir. Helva bir başka açıdan bakıldığında ortak hareket etmeyi ifâde eder, hep birlikte yenmesi ortak bilinç anlamına gelir. Çöven, helvacıotu kökü demektir. Çöğmek, Çövmek fiilleri kabarmak, köpürmek anlamlarına sahiptir.
Eski Türklerde cenaze törenleri
İnsanın birden fazla ruha sâhip olduğuna ve bu ruhların farklı özellikleri olduğuna inanılması sonucu farklı cenaze törenlerine yol açmıştır. Vu-Sun’ların cenazelerini erken dönemlerinde yaktıkları ve daha geç dönemlerde gömdükleri hakkında kanıtlar bulunmaktadır. Bazı diğer kaynaklara göre gömülecek cenazeler için mezarın konumu bir akarsuyun yakınında seçilirdi.
Bazen mezarların yüksek tepelerde seçildiğine ve bunun ruhun gök ile ilişkisi nedeniyle yapıldığına dair çeşitli bulgular vardır.
Jean-Paul Roux Türklerin ve Moğolların Eski Dini başlıklı çalışmasında şöyle demektedir:
“Ölümü izleyen dönemde bazen birdenbire ortaya çıkan, bazen önceden düzenlenen ağlayıp sızlamalar ile cenaze törenlerinde yer alan ritüele dayalı dövünmeleri birbirine karıştırmamak gerekir.
Çinliler bu ayrımı gayet iyi yapmıştır, konuyla ilgili tanımlamaları klâsik niteliktedir: ‘Onlar, cenazenin içinde olduğu çadırın kapısı önüne gelir gelmez kanlarının gözyaşlarıyla birlikte aktığının görülmesi için yüzlerini bir bıçakla kesmektedirler.
Jordanes bunun Hunlar tarafından da yapıldığını belirtmiştir. Diğer gözlemciler arasında İbn Faldan, ‘korkunç ve vahşî bir şekilde bağırıp ağlayan’ erkekler olduğunu açıklamaktadır.
Aynı zamanda at yarışları düzenlenmekte, yâni ölünün çevresinde düzensiz şekilde dönülmekte, ayrıca koyunlar ve atlar kurban edilerek ‘çadırın önüne serilmektedir’. Ölünün seyredilmesi için açıkta bırakıldığı süreyle ilgili olarak dikkat çeken yedi rakamına, çoğu kez değişik faaliyetler söz konusu olduğunda da rastlanmaktadır: yedi yara, yedi defa çevresinde dönüş…”
Cenaze törenlerinde geride kalan yakınların kendilerine tırnakları ve bıçaklar ile zarar verdikleri bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Özellikle yüzlerini yaralayıp, kan gelmesini sağlamaya gayret edilir, çünkü gözyaşlarının kan ile karışıp akmasının derin bir anlamı vardır.
Cenaze çıkan evden 40 gün boyunca hiçbirşey alınmaz bu eve hiçbirşey de verilmez. Bazı topluluklarda 40 gün boyunca ölünün adı anılmaz, aksi takdirde ölünün ruhununu o evi terk etmeyeceğine inanılır.
Pazırık kazılarından anlaşıldığı üzere, İskitler’de ve ayrıca Moğollarda, mezarına kadar taşınmak için araba üzerine konmaktadır. Cenaze törenlerinde halk toplanmakta ve bunun için uzak yerlerden gelinmektedir. Ayrıca ölü hakkında ‘öldü’ demek yerine sunkur boldi, ‘sungur kuşu hâline geldi’ deyiminin İslam dinini kabul ettikten sonra bile kullanıldığı görülür.
Ayrıca cesedin nasıl kaldırılacağına dair değişik uygulamalar Altaylıların bugün bile zaman zaman yaptıkları işlemlerden anlaşılabilmektedir.
- Ağaçlarda sergilenen cesetler
- Hayvanlara terk edilen cesetler
- Yakılan cesetler
- Mumyalanan cesetler
- Doğrudan gömülen cesetler
Ama her zaman (ilk dört türden sonra da) bir gömme işlemi bu uygulamalardan sonra mutlaka gerçekleştirilirdi.
Yakma işlemini Ateş İnancı ile bağlantılıdır. Ateş kültü, ateşe tapma değildir. Ateş’e doğanın gizemli bir parçası olarak saygı duymaktır. Bu sebeble “beden yakılır, can’ı uçar ve Tengri’ye erişir,” sonucuna ulaşılabilir.
Mumyalama işlemi, Kağan için yapılacak yuğ törenine uzak ülkelerin dâvet edilmesi ve temsilcilerinin gelebilmeleri için cesedin bekletilmesi veya savaşta ölen hakanın cesedinin ülkesine taşınabilmesi zorunluluğundan kaynaklanmıştır.